Bildiğimiz Çoğu Ünlü Neden 'Dönme'?

Pek çok ünlünün ya da özel sektör ve devlette çalışan çoğu kişinin 'dönme' olduğunu duymuşsunuzdur. Peki nedeni merak ettiniz mi?

Tarık Berk/Stratejikboyut Özel

Tarihe İndirgemeci ve Komplocu Bakış Açısıyla mı Yaklaşıyoruz?

Osmanlı, Anadolu coğrafyasında neşvünema bulmaya başladıktan hemen sonra güçlü bir askeri sistem kurmayı başarmıştı. Burada hemen bir parantez açıp gözden kaçırılan ve anakronik bir yanılsamayla ezeli bir sıfat atfettiğimiz “Anadolu” olgusuna kısaca değinmekte fayda görüyoruz. Anadolu kavramı bugünkü anlamına İttihatçıların millileşme ve sonrasında hızlanan söylemin etkisiyle kavuşmuştur. Yoksa ilk başlarda Orta Asya’dan gelen Türk boyları açısından Anadolu’nun herhangi bir yeri, yabancı ve yeni bir yerleşim alanıdır. Ve buralar boş değil, tersine Bizans’ın o günkü halklarının yaşadığı yerlerdi. Bu nedenle, Osmanlı, efsaneye bakarsak 400 çadırla kurulan ve hızla büyük bir devlet olmaya evrilen faal bir Türk beyliği olarak kendisine devlet teşkil etmek amacıyla dışarıdan “ordu” ve “bürokrat” ithal etmek zorunda kalmıştı. Daha doğru bir ifadeyle, toprak ve aile bağı olmayan, sadece Padişaha tâbi ve bağlı bir kapıkulu sistemini benimsemek durumunda kalmıştı. Bu insanları Anadolu’dan seçemezdi zira o günkü Anadolu bugünkü Anadolu değildi. Üstelik toprağı ve ailesi belli olan insanlar durumundaydı bunlar. Bu nedenle, dışarıya yönelmiş ve devşirme usulüyle asker ve sivil bürokrasinin temelini kurmuştu. Elbette bu sistemin kurulmasında Selçuklu ve Bizans gelenekleri de referans alınmıştı.

Bu süreç, Osmanlı’da “suyun öteki tarafından” deyiminin yerleşmesine neden olmuştu. Tarihsel zorunluluk, Anadolu’nun Türkleşme ve Sünnileşme süreciyle paralel olarak işlemiş, buna karşılık Balkanlıların Osmanlı yönetimindeki hakimiyeti büyük oranda devam etmişti. Yani, Anadolu sonraki dönemlerde büyük oranda Türkleşip Sünnileşmesine rağmen asker ve sivil bürokrasinin dışında tutulmuş, sadece vergi ve savaşta insan gücü olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Türkleşmeye ve Sünnileşmeye direnen çeşitli etnik ve dini yapılar ise Merkez açısından çoğunlukla sorun kaynağı olmuş ve tehlike olarak addedilmiştir. İşte bu tarihsel süreçtir ki eğitimli nüfusun Anadolu dışından yani gayrimüslim tabandan çıkmasına imkan veren bir tekele dönüşmüştür. (“Ünlü kim varsa hepsi mi dönme?” istifhamının cevabı işte budur). Osmanlı’nın son döneminde ise yine Selanik, Manastır, Makedonya, İzmir ve İstanbul menşeli çoğunluğu sabetayist ve kripto olan gençler, eskinin Enderun ve Yeniçeri ocağı niteliğindeki Harbiye, Tıbbiye ve Mülkiye’nin ağırlıklı unsurları olmuşlardı. Jöntürk ve İttihatçı hareketin başta Tıbbiye olmak üzere bu okullardan örgütlenmesi kuşkusuz rastlantı değildi (yine Osmanlı sarayındaki hekimbaşılık kurumunun etkinliği ayrıca irdelenmeye değer). Özellikle tek işi insan sağlığının tedavisi olması gereken Tıbbiye öğrencilerinin “carbonari” hareketin merkezinde yer almaları zannediyorum ayrı bir analizi hak etmektedir. Dünya tarihinin en büyük komitacıları Dr. Bahaeddin Şakir ve Dr. Nazım’ın (ikinci sınıf komitacılar Dr. Adnan Adıvar, Dr. Tevfik Sağlam, Dr. Rıza Nur, Dr. Refik Saydam vs de düşünün) hekim olmaları bize çok ilginç gelmektedir. Acaba örneğin Kemal Alemdaroğlu, Cem’i Demiroğlu, Nurettin Sözen gibileri de bu çizgide sayılabilir mi? Dilerseniz Orhan Pamuk’un “Cevdet Bey ve Oğulları”nı bir de bu gözle okuyun.

Carbonari-jöntürk-ittihatçı hareket bazılarının sandığı gibi 19. asrın ikinci yarısından itibaren sisteme hakim olmuş görünse de köken olarak ucu çok daha derinlerdeydi. Yukarıda da denildiği gibi, “ithal” edilen ve daha doğrusu “sentetik” olarak oluşturulan bu devlet gücü gayrimüslimlere dayandırıldığından Rumeli eksenli bir yapı kurulmuş oluyordu. Sonradan devşirme sisteminin çözülmeye başlamış olması bile sistemin kılcal damarlarına kadar bu unsurların sızmış olduğu gerçeğini değiştirememiştir. Yine örneğin bazılarının “reformist” diye sunmaya çalıştığı Katip Çelebi’nin tek derdi “devşirme tekeli”nin ilanihaye korunmasını sağlamaktır. Sonuçta, söz konusu “azınlık köken” sistemi hep varolagelmiş görünmektedir. Konuyu biraz açalım.

Yeniçeri Ocağı, bir yandan devşirme çocuklarından teşkil edilirken manen “Bektaşi” dergâhına bağlanmıştı. Yeniçeriliğin, doğudaki Celali isyanlarının adeta İstanbul merkezli iç isyan izdüşümü niteliğini alması, yeniçerilerin aldıkları ganimet, ulufe vs.yi nemalandırmak için Yahudi sermayesiyle kurdukları yakın ilişki, Osmanlı “derin devleti”nin giderek daha da derinleşmesine ve Padişah ve yakın çevresine rağmen karşı konulmaz bir güce kavuşmasına yol açmıştı. Yeniçerilerin, Genç Osman’a defalarca tecavüz ederek öldürmeleri bu bakımdan sembolik bir önem taşımaktadır. Sabetay Sevi’nin, “Aziz Mehmet” olarak Saray’a taşınması da öyle…(fakat burada şunu da vurgulamak lazım: Osmanlı’daki derin yapı da yekpare değildi: Balkanlı Hıristiyan kökenlilerle Balkanlı Yahudi (yani sabetayist ağırlıklı) ve Seferad lar arasında yoğun bir mücadele vardı).

Özetle, yeniçeri-yahudi sermayesi-saray içi bürokratik gruplar-devşirme geleneği, sistemin temeline oturmuştu. II. Mahmud’un yeniçeriliği ve Bektaşiliği tasfiye etme girişimi esasen kısmen başarılı olmuştur. Sonuçta, Osmanlı derin devletini oluşturan ana güç ve felsefe başka yapılanmalarla gerek yüzeyde gerekse yeraltında faaliyetlerine aksamadan devam etmiştir.

Bu bağlamda söz konusu derin yapılanma, önemli bir katkıyı İtalya’daki “carbonari” hareketten devşirmiştir: rafine gizlenme, hücre tipi örgütlenme ve perdeleyici yüzey örgütleri kurma bu aşamada kendini göstermiştir. Sabetayist ağırlıklı kriptoların Osmanlı masonluğunu kurup geliştirmeleri de perdeleyici (yarı) yüzey örgütleri kurmalarının önemli örneklerinden biridir.

Demografik olarak İstanbul, İzmir, Selanik, Makedonya, Manastır vs. kökenli insanların (çünkü sabetayistler ve kriptolar ağırlıklı olarak buralarda yaşıyorlardı) ağırlıkta olduğu bu yapılanmanın en önemli temsilcisi İttihatçılar’dır. Bu noktada bir parantez daha açalım. Carbonariliğin masonluğun daha örtülü ve gizli bir biçimi olarak devamı sürerken, kendi menşeinde olduğu gibi bu topraklardaki politikasının bir gereği olarak yani perdeleyici “yarı” yüzey örgütleri şeklinde örgütlenmesi sonucunda Makedonya Risorta Locası kurulmuştu (dikkat isterim Makedonya!). Osmanlı’nın Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası’nın başkanı kimdi peki:Talat Paşa. (Ne tuhaf, ittihatçıların (hayır, Almancı İttihatçıların!) tasfiyesinden sonra Hürriyet ve İtilaf Partisinin iktidarı ile birlikte Filozof Rıza Tevfik Loca’nın başkanlığına gelecekti). Burada bir not daha düşelim. Masonluk sanıldığı gibi tam anlamıyla gizli bir yapılanma değildir. Asıl gizli yapılanmaların perdeleyici yarı yüzey örgütü, daha doğrusu derneğidir.

Belirtilmesi gereken önemli bir husus daha var: Bu tür gizli hareketler her zaman manevi bir önderin liderliğinde yürütülmüştür (örneğin, Tapınak Şövalyeleri Aziz Bernard’a bağlıydılar, annesi bir Yahudi olan Mithat Paşa Yenikapı Mevlevihanesi Şeyhi Osman Dede’ye bağlıydı). Peki bu carbonari-jöntürk-ittihatçı örgütlenmenin o dönemdeki manevi önderleri, “bilge”leri kimdi? Bunlardan biri Osman Dede idi. II. Abdulhamid bile ondan çekiniyordu. Peki ya diğerleri? Parvus Efendi’nin konumunu ayrıca tartışacağız ama biz şimdilik bilinen en ünlü ve etkili manevi lidere kısaca temas edelim: Haham Haim Naum. Hareket Ordusu, isyanı bastırdıktan sonra ordunun Komutanı Mahmut Şevket Paşa (İhsan Doğramacı Paşa’nın kardeş damadıdır) ve Hüseyin Hüsnü Paşa (“Güler yüzlü sosyalizm”in temsilcisi TİP başkanı ünlü Mehmet Ali Aybar’ın babasının dedesidir. Ayrıca ünlü ittihatçı Rahmi’nin de kayınpederidir) ilk iş olarak ne yapmışlardı? Haim Naum’a ziyarete gitmiş ve Selanik Yahudilerinin katkılarından dolayı şükranlarını sunmuşlardı. İlginç değil mi? Mesela, Konya’da MSP mitinginin ardından irtica korkusuyla darbe yapmak zorunda kalan K.Evren diyelim ki David Aseo’ya böyle bir ziyaret yapmış olsaydı bu ne anlama gelirdi? Peki Bernar Nahum-Vehbi Koç ilişkisinin mahiyeti neydi? Koçzade Vehbi’nin sürekli desteklenmesinde Naum ailesinin bir rolü var mıydı? Cevap evet ise neden?

Tarihin ayrıntılarla okunması ve buradan olayların anlamlandırılması daha sağlıklı olacaktır. Bu biraz soykütüğü analizi biraz da ilişki bazlı incelemeyi gerektirmektedir. Bugün olup bitenleri anlamaya çalışırken uzun soluklu bir tarih okuması da yapmak zorundayız. Biz istemesek de gizli yapılanmalarla dolu bir tarihimiz var. Ne yapalım, tarihin bize dayattığı gerçek bu. Selanik’te Şimon Zivi (Şemsi Efendi) Karakaşlar’la Kapanileri uzlaştırmak amaçlı bir okul kurarken, Anadolu köylüsünün tarlasını harmanlayıp oğlunu savaşlara nefer olarak göndermekten başka bir lüksü yoktu. Feyziye Mekteplerinde, Terakki okullarında, Fransız kolejlerinde çocuklarını okutanlar taşralılar değildi, zaten giremezlerdi de. Haliyle buradan çıkanlar mülki ve askeri makamlara geliyorlardı. Dolayısıyla bu bakış açısı bir komplo değil, tersine bir komplonun deşifrasyonunu sağlamaktadır.

http://www.stratejikboyut.com/news_detail.php?id=1740&uniq_id=1195545718 16 Kasım 2007