026  Üç sistem


Değerli okuyucularım,

Çoğunuz bir kurum ya da kuruluşta çalışmışsınızdır. Ne bileyim, bir kamu kurumunda, bir bakanlığın taşra teşkilatında, bir üniversitede, bir şirkette çalışmış ya da en azından buralarda çalışanların durumlarına muttali olmuşsunuzdur. Yöneticilere genel olarak iki temel anlayış hakimdir. Bazı yöneticiler elemanlarının yanlış işler yapmasından korkarlar. Biraz da egolarından olacak her şey kendilerinde bitsin isterler. Her şeyi tek elden yürütmeye, tek elden çekip çevirmeye çalışırlar. Alt kademelere hiçbir inisiyatif tanımazlar. Dolayısıyla alt katmanlarda bulunanlar da en basit işlerde bile yöneticinin kapısını çalıp nasıl yapılacağını sormak zorunda kalırlar. Bunlar tek merkezli yönetimi temsil ederler. Bazı yöneticiler de sorumluluk ve yetkilerini paylaşmayı severler. Elemanlarına güvenirler. Alt katmanlarda bulunanların kendi sorumluluk alanlarındaki işlerde kendi inisiyatiflerini kullanmalarını, dolayısıyla kendilerini yetiştirip geliştirmelerini arzu ederler. Çünkü kendini geliştirmenin yolunun, sorumluluk taşımak ve üretmekten geçtiğini çok iyi bilirler. Bunlar da çok merkezli yönetimi temsil ederler.


# Toplumcu, Ferdiyetçi ve İslamcı anlayışlar

Değerli okuyucularım, yönetimdeki bu iki temel anlayışın ekonomiye yansıması, sosyalist (toplumcu) ve liberalist (ferdiyetçi) anlayışın da temelini oluşturmuştur. Sosyalizm, ekonomideki her etkinliği devlet eliyle tek elden çekip çevirip toplumun çeşitli ihtiyaçlarını devlet eliyle giderme anlayışını temsil eder. Liberalizm ise fertlerin teşebbüs beceri ve yeteneklerini geliştirerek, ekonomik ihtiyaçları, toplumun fertleri eliyle gidermeye çalışır. İslamcı ekonomi, görünüş itabariyle liberalist ekonomiye benzerse de ilahi kuralları esas alması bakımından bunlardan tamamen ayrılır.

Değerli okuyucularım, bunlar aslında sıradan basit birer fikir değil, birer sistemdir. Kendi başına birer öğretidir. Her sistemin esas (temel) aldığı bir değer vardır. Sistem bu temel üzerine inşa edilir. Sosyalist sistemin esas aldığı değer, işçi sınıfı gibi gösterilse de gerçekte "devlet"tir. Liberalist sistemin esas aldığı değer, fertler gibi gösterilse de gerçekte "para"dır. İslam'ın esas aldığı değer ise hepinizin bildiği gibi "Allah (c.c.) ve O'nun koyduğu ilahi kurallar"dır.


# Esas alınan değere göre şekillenen ekonomik yapı

Şimdi sistemler bu temel değerler üzerine kurulur. Sosyalist sistem "devlet"i esas aldığından bütün ekonomik değerler, ham madde kaynakları, sermaye (üretim malları, üretim araç ve gereçleri) ve üretilen mallar toplum adına devletindir. Üretimde esas alınan şey ise toplumun ihtiyaçlarıdır. Ancak burada ihtiyaçtan kastedilen, yaşamak için zorunlu ihtiyaçlardır. Yoksa Zeynep Hanım güzel takıya ihtiyaç duyuyor diye koskoca devlet kalkıp takı üretecek değil ya. Tabii bu kadar çok malın devlet tarafından üretilip fertlere ulaştırılabilmesi için ayrıntılı bir planlamaya ihtiyaç vardır. Onun için bütün devletçi ekonomiler, birer Planlı Ekonomi'dir. Fiatı, devlet belirler. Üretimin kullanılamayan fazlalıkları ise dışsatımla devletin kasasına girer. Dolayısıyla en zengin ve güçlü devletler, bu tür devletlerdir. Devletler güçlü olunca, onun memurları da güçlü olur, forslarından geçilmez.

Liberal sistemin esası para olduğundan, bütün ekonomik değerlerin ortaya çıkışını, fertlerin daha çok para kazanma arzusu belirler. Fiatı da "arz-talep dengesi". Onun için bu ekonomiye "Serbest Piyasa Ekonomisi" de demişlerdir. Herhangi bir kişi, toplumun o güne kadar kimsenin farkına varamadığı çok basit bir ihtiyacını tespit edip o ihtiyacı karşılamak suretiyle çok kısa bir sürede köşeyi dönebilir. Bizim kuşak iyi hatırlar. Bir zamanlar bütün evlerde süpürge darısının pürçüklerinden yapılmış süpürgeler kullanılırdı. Sonradan İzmir'de Sanat Okulu öğretmeni olan Tacettin Hiçyılmaz "Gırgır" adını verdiği bir halı süpürgesi geliştirdi.[1] Hatta eskiler hatırlarlar "Gırgır olan evde dırdır olmaz" diye bunun reklamını da yapıyordu. Bu kişi, toplumun o güne kadar kimsenin farkına varmadığı bu icadiyle kısa sürede bir fabrikatör olup çıkıverdi. İşte liberal düzen böyle bir şeydir. Çok basit bir şeyle, meselâ bir çaydanlık süzgüsü icadederek ya da bütün gençlerin çok hoşuna giden bir bileklik geliştirerek köşeyi dönebilirsiniz. Aynı malı ya başkaları da üretmeye kalkarsa... Hatta sizden daha iyisini yaparlarsa ne olacak? O sebeple liberal sistem aynı zamanda bir "rekabetçi ekonomi sistemi"dir.


# Finans kurumlarıyla desteklenen bir yapı

Liberal sistem bir "para" sistemi olduğundan bu sistemde herkesin işi para iledir. Diyelim ki çok basit, ama toplumun çok önemli bir ihtiyacını karşılayacak olan bir şey icad ettiniz. Biliyorsunuz ki bunu üretip insanlara tanıtarak satabilseniz köşeyi döneceksiniz. Üretim için paraya ihtiyacınız var, tanıtım (reklam) için paraya ihtiyacınız var, bir satış ve dağıtım ağı oluşturmak için yine paraya ihtiyacınız var. Yani para, para, para... İşte onun için her liberal sistem mutlaka içinde faizle para sağlayan bir finans sistemi taşır. Finans demek bankacılık demek, özel finans kurumları demektir. Bunların devrede olması da para ile yapılan "toplumsal ve siyasi manüplasyonlar"ın devrede olması demektir.

Devletçi ekonomide herkes devlet için çalıştığı, ve devlet çalışanların ihtiyacını karşılayan "baba" olduğu halde, liberal ekonomide geniş halk kitleleri verdiği vergilerle devleti besler, devlet de durmadan kaynak aktarmak suretiyle üretim, ticaret ve finansmanın büyüklerini besler. Yani büyükler tarafından sağılan bir "ana"dır.


# Devletçi ve ferdiyetçi anlayışın dengelendiği üçüncü yapı

İslam ekonomisine gelince: Birçok insan İslam Ekonomisini, Serbest Piyasa Ekonomisinin bir versiyonu gibi görür. Bir bakıma öyle de kabul edilebilir. Ancak bu ekonomik düzen, hem dayandığı dünya görüşü itibariyle, hem de mülkiyet anlayışı itibariyle tamamen diğerlerinden farklıdır.

Sosyalist ve Liberalist ekonomi sistemleri, esas olarak, Evrenin bir yaratıcısı olduğunu kabul etmeyen; aksine evrenin kendiliğinden var olduğunu, ezelî ve ebedî olduğunu düşünen; insanların tanrı diye tapındıkları şeyin ondaki evrim olduğunu varsayan tam anlamıyla materyalist bir dünya görüşüne dayanır. Onlara göre her şey maddeden ibarettir. Öyle ise insanın madde üzerindeki sahipliği de mutlaktır. Bu ister devlet tarafından temsil edilsin, ister fertler tarafından temsil edilsin fark etmez. Mal ve hizmetlerin sahipliği mutlak olunca, onlar üzerindeki tasarruf hakkı da mutlaktır. Birisinin bir malı varsa bunu istediği şekilde tasarruf edebilir: İsterse kullanır, isterse hediye eder, isterse yakar, isterse denize döker. Ya da sahiplik devlet elinde ise, devlet bunu dilediği şekilde tasarruf edebilir.


# İslam ekonomisinin dayandığı dünya görüşü

Halbuki İslam ekonomisi, tek Allah inancına dayanır. Allahü Tealâ, varlığı ezelî ve ebedî olan tek varlıktır. Varlığı mutlaktır. Evren ve evrende bulunan, görünen ve görünmeyen diğer her şey sonradan yaratılmıştır. Varlıkları izafîdir, yani Allahü Tealâ'ya bağlıdır. Allahü Tealâ her şeyi önceden takdir ve tayin edilmiş bir kadere göre yaratmakta, tertiplemekte ve düzenlemektedir. O, yarattığı her şeyin mutlak sahibi ve çekip çeviricisidir. Her şeyin Rabbidir. Yani onların terbiye edicisi, iyiliğe götürücüsüdür. Allahü Tealâ, insanı yeryüzünde halifesi olarak yaratmış, yeryüzünün sahipliğini ona vermiş, yeryüzünün düzenlenmesini, ilahî ahkâmın yeryüzünde yaşanmasını ona emanet etmiştir. Dolayısıyle insan, ilahî kurullara uymak, Rabbinin belirttiği ilahî sınırları korumak, hem hemcinslerinin hem de diğer canlı, cansız bütün yaratıkların hak ve hukukunu gözetmekle yükümlüdür.

Ekonomik etkinlikler ise insanın sadece "yaşama amacı" değil, "yaşama ve ilahî rızaya kavuşma aracı"dır.

Allah'a emanet olunuz.


----------------------------
[1] http://www.hicyilmaz.com/sayfa.asp?sayfa=kurumsal