023  Şeytanla dans


Değerli okuyucularım,

Yeni bir yüzyıla girerken Amerikan Yahudi Lobisiyle iyi ilişkiler geliştirmeye çalışan yalnız Sayın Başbakanımız değildi. Aynı yıllarda Fethullah Gülen hocanın da bu lobi ile iyi ilişkiler geliştirmeye çalıştığını görüyoruz. Fethullah Hocanın hayat kronolojisini veren bir sitede, aşağıdaki kayıt[1] düşülüyordu:


# Gülen, Foxman ile görüşüyor

"10.09.1997 ADL Başkanı Abraham Foxman İle Görüştü. Fethullah Gülen, 11 Haziran 1997'de ABD'ye gittiği sırada, önemli bir Musevi örgütü olan ADL (Anti Defamation League) Başkanı Abraham Foxman ile New Jersey'de kaldığı evde görüştü."

"Bu görüşmeden sonra ADL başkanı Foxman, Kardinal John O'Conner ile Fethullah Gülen Hocaefendi'yi görüştürmek için Kardinal O'Conner'dan randevu aldı."

deniliyordu.


# Tek taraflı değil

Değerli okuyucularım, ADL Başkanı Foxman'ın, Tayyip Bey'in belediye başkanlığı sırasında taa Amerika'lardan kalkıp İstanbul'a gelmesi, ABD'de yine Fethullah Gülen hocanın taa New Jersey'deki evine kadar gitmesi, Yahudi Lobisiyle geliştirilmek istenen ilişkilerin tek yönlü bir arzuya dayanmadığıını, belki de karşı tarafın buna bu taraftan da daha istekli olduğunu ortaya koymaktadır.

Yazık ki siyasetle uğraşan insanlarımızın kafasına, etraflarındaki derin devletin adamları tarafından, bu lobilerin onayı alınmadan iktidar olunamayacağı fikri öylesine nakşediliyor ve buna öylesine inandırılıyorlar ki uluslararası arenada rol almak isteyen her siyasi, böyle bir ilişki geliştirmeye kendisini zorunlu hissediyor. Ve her yeni siyasi oluşum, onlara göz kırpmak zorunda kalıyor. Bu güçsüz, AKP kurulurken simgesinin ışık veren yedi hüzmeli bir ampul olarak seçilmesinin bir tesadüf olmadığını, ve uluslararası İlluminati (aydınlanma) ağına bir mesaj verilmeye çalışıldığını düşünüyorum.

Aslında haksız da değiller.. Çünkü uluslararası siyaset ağı tamamen bu Lobi tarafından kontrol ediliyor. Yalnız siyaset değil, ekonomi, bilgi, dış ilişkiler, hatta silah ve uyuşturucu ağı gibi birçok etkinlik de tamamen bu Lobinin kontrolünde. Diyelim ki Fethullah hoca Türkiye'den taa Afrika'nın bilmem neresindeki Türk okuluna para gönderecek. Lobi "olmaz" derse bunu nasıl başarabilir? Bütün bankalar bir bahane bulur yatırılan parayı geri çevirir.


# Yılanla harara girmek

Değerli okuyucularım, işte o sebeple uluslararası arenada olmak isteyen liderlerin, bu lobi ile iyi ilişkiler geliştirme arzularının elbette haklı gerekçeleri vardır. Gel gör ki bu şeytanîlerle müslüman birisinin aynı ipte oynamaya çalışması, tıpkı zehirli bir yılanla aynı harara girmek gibidir. Daha önceki yazılarımdan hatırlayacaksınız, bu adamlar ve onların yeryüzünü ağ gibi saran uzantıları, kendilerinin iblis ruhunun ışığıyla aydınlandıklarını düşünen Kabalacı Felseye inanmış kişilerdir. Bunları yönetenler ise kendilerini tanrı sanan çağdaş firavunlardır.

İblis ruhunun ışığıyla aydınlandıklarını söyleseler de bu şeytanîlerin bütün işleri hep karanlıktır. Her işleri, fitne fücurdur. Allahü Tealâ buyuruyor ki:

"Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velileri ise tağuttur, onları aydınlıktan karanlıklara sürükler." [Bakara, 257]

Halbuki müslümanlar Allah'ın ahkâmını esas alan, insanı insan yapan değerlere sahip çıkıp dünyaya huzur getirmeye çalışan kişilerdir. Yani bir başka ifade ile bu iki grup tamamen birbirinin zıddıdır. İkisi bir arada nasıl olacak?

Elbette şeytanla dostlukta hayır yoktur. Kötülerle iyilerin işbirliğinden hep iyiler zarar görür. Çünkü iyilikler Allahü Tealâ'nın nurundan, kötülükler ise nefsin hevasından kaynaklanır. Nefis ise hak hukuk bilmez. Hep kendine yontar. Hep kendi isteklerinin olmasını ister.


# Asıl ihtiyacı olan taraf

Değerli okuyucularım, şeytanla dostlukta hayır olmasa da bu ikili ilişkilere her iki taraf da ihtiyaç duyuyordu. Bu taraf o sayede iktidar olacak, tüm dünyanın olanakları ayaklarına serilecek, ülkeyi müslumanlar için yaşanamaz hale getiren tabular yıkılacak, Türkiye için gerçekleştirmeyi düşündükleri birçok idealleri gerçek olacaktı.

Bu ilişkilere asıl ihtiyacı olan ise, karşı taraf idi.

Çünkü, Türkiye'de İslam'cı akımlar hızla gelişmeye başlamış, hatta Erbakan gibi radikal bir adamı iktidara taşıyacak hale gelmişti. Üstelik adam boş durmuyor, havuz yöntemi, denk bütçe gibi şeyler icad ederek ülke içindeki Yahudi cemaati besleyen ve onları ülkenin efendileri durumuna getiren bütün kaynakları kurutuyordu. Bütün İslam ülkelerini bir çatı altında toplamaya çalışıyor, İslam Ortak Pazarı gibi fikirler ortaya atıyordu. Bütün bunların gerçekleşmesi, aslında, kontrol altına almaya çalıştıkları dünyanın, petrolüyle, madenleriyle, insan kaynaklarıyla belki de üçte biririn elden çıkması demekti. En önemlisi de dünyadan silmeye çalıştıkları İslam, artık dünyanın asli unsuru haline gelmeye başlıyacaktı. Ve bu, dünyaya hâkim kılmaya çalıştıkları Kabalacı anlayış için en büyük tehdit idi. Alternatif ise Ilımlı İslam idi. Bunun için de halkın teveccühüne mazhar olmuş müslüman dindar partnerlere ihtiyaç vardı.


# BOP için de partnerlere ihtiyaç var

Diğer yandan hemen hemen tüm Akdeniz çevresi ve Ortadoğu'yu kapsayacak Büyük Ortadoğu Projesi için de partnerlere ihtiyaç vardı. Bu proje sayesinde Kaddafi gibi ülkenin kaynaklarını kendilerine peşkeş çekmeyip halkı için harcayan liderler temizlenecek, Ortadoğu parçalanıp bölünerek Kenan Diyarına uygun bir biçimde yeniden şekillendirilecekti. Müslüman ülkeler demokratikleştirilerek medya ile istenildiği gibi denetlenebilir hale getirilecekti.

En önemli sıkıntılardan birisi de Türk Ordusu idi. Her ne kadar 27 Mayıs ihtilalinden sonra önemli oranda kontrol altına alınmış olsa da, bu güç, hâlâ, Kürt Devleti gibi projelerinin uygulanmasında en büyük engeldi. Üstelik disiplinli, eğitimli, moral gücü yüksek, elindeki olanakları en iyi şekilde kullanmasını bilen bir ordu idi. Bu ordunun pasifize edilmesi için de partnerlere ihtiyaç vardı. Zaten ordu laiklik söylemleriyle yıllardır müslümanların düşmanı haline getirildiğinden bu zor olmayacaktı.


# Yepyeni bir hayat

Ayrıca karşı taraf için en önemli şeylerden biri de Kürt Devleti projesi idi. Bu proje; Irak, Türkiye'nin Güneydoğusu ve Suriyeyi kapsıyan bir proje idi. Hz. İbrahim'in Mezopotamya'dan çıkarak İsraile kadar seyahat ettiği bu alan Yahudi kaynaklarında Bereketli Hilal olarak adlandırılıyordu ki Kürt Devleti Projesi ile Arz-ı Mev'utun bu en önemli parçası, tamamen denetlenebilir bir hale gelecekti.

Aslında Kürt Devleti projesi, Yahudi Lobisi için sanıldığından çok daha önemli bir proje idi. Çölün kenarında yaşayan ve yiyecek ürününü yetiştirebilmek için "damla sulama sistemi"ni icad ederek suyu kıdım kıdım kullanmaya çalışan İsrail, bu proje ile hadsiz hesapsız suya kavuşacaktı. Ortadoğunun zengin petrol yatakları tamamen İsrail'in kontrolüne girecek, hiçbir enerji sıkıntısı kalmayacaktı. Irak, Güneydoğu Anadolu, Suriye ve Ürdünün mümbit toprakları Israil'in kontrolüne girecek, İsrail için artık beslenme ve giyim sorunu olmayacaktı. Zaten önceden Türk Hükümetlerine GAP projesi altında milyarlarca liralık yatırım yaptırılarak Fırat'ın suları Harran ovasına akıtılmış olduğundan artık yeni sulama yatırımlarına da ihtiyaç yoktu. Yani hazıra konulmuş olacaktı. Bu bölgeler Kenan diyarında iskan edilecek 60 milyon Yahudiyi beslemeye yetecek kadar ürün, giyindirmeye yetecek kadar elyaf üretme yeteneğinde idi. Yani Kürt Devleti projesi, İsrail için, su demekti, enerji demekti, besin demekti. Kısaca yepyeni, taptaze bir hayat demekti. Bu proje için de partnerlere ihtiyaç vardı.

Değerli okuyucularım, Abraham Foxman'ın New Jersey'de Gülen Hocanın evine kadar gitmesinin, taa Amerika'lardan kalkıp İstanbul'a kadar gelmesinin nedeni, herhalde bu açıklamalardan sonra çok daha iyi anlaşılmış olmalıdır.

İyi de Kürtler bu olgunun neresinde derseniz, onu da kardeşlerimiz kendileri düşünecekler...

Allah'a emanet olunuz.


----------------------------
[1] http://tr.fgulen.com/content/view/3026/128/