022 Ilımlı İslam projesi
Bir önceki yazımı sizlere gönderdikten sonra, çok değerli bir dostumdam bir uyarı aldım. İnsanın böyle hayırlı işler yaptığı zaman destekleyen, şerli işler yaptığı zaman uyaran, sağlam ve doğru ölçülere sahip bir dostu olması ne büyük nimettir. Böyle dostlara herkesin ihtiyacı vardır. Fakat en çok ihtiyacı olanlar, elbette, yönetim sorumluluğu taşıyan kişilerdir. Yazık ki hemen her devirde bu insanların çevresini, çıkar düşkünü bir sürü dalkavuk sarıyor. Ve ancak çok az yönetici o çemberi kırıp halkın gerçekleriyle yüzyüze gelebiliyor.
Sorun elbette yalnız bu değil. Çünku bu durum, durup dururken ortaya çıkmıyor. Ortada insanlarımıza Allah'ı unutturup kendi nefsini ilah edindirmeye çalışan ve sürekli insanlarımıza Kabalacı bir dünya anlayışı enjekte eden bir ortam (medya) var. İnsanlarımız öylesine nefsine tapar hale getirildi ki her birimizin kibrinden geçilmiyor. Hiç kimse, bir halk deyimiyle, burnundan kıl aldırmıyor. Küçücük bir kusurumuzu söyleseler, hemen celâlleniyoruz ve bizi eleştirene olmadık sözler söylüyoruz. O sebeple de birbirimize bir şey söyleyemez hale geldik. Çok büyük hatalar yapılırken bile, kimse birbirini uyaramıyor. Bu, devlet adamlarımız için elbette daha da önemlidir. Çünkü onların yaptığı hatalar tüm milleti ilgilendirir, ucu neticede hepimize dokunur. Devlet adamlarımız kendilerine yapılan eleştiriler konusunda daha tahammüllü olmalıdır. Gerçeklerin öyle veya böyle ifade edilmesinden rahatsızlık duymamalı, aksine memnun olmalıdırlar. Bir karikatür, ya da bir siyasi mizah programının kendilerine belki de hiç kimseden öğrenemeyecekleri çok değerli bilgiler sağlayacağının idrakında olmalıdırlar. Kendini her tenkid edeni susturursan, işinden aşından etmeye, oraya buraya sürmeye, hapislerde süründürmeye çalışırsan, seni eleştiren komedyenlerin tv programlarına çıkmasını engellemeye çalışırsan sen gerçekleri kimden, nasıl öğreneceksin? Etrafındaki dalkavuklardan mı? Halka, Hakka ve gerçeklere dayanmayan bir yönetici başarılı olabilir mi? Herkesi kötü niyetli bilmek, elbette doğru bir yaklaşım değildir.
Değerli okuyucularım, yalan sözün elbette sorumluluğu vardır. Bir dostum, yalansa haberi kendisine verenin sorumlu olduğunu ve kendisinin ise doğru söylediğini anlatmak için, birisinden bir haber aktardığında, "yalansa, ben yalancının yalancısıyım" diye eklerdi. Elbette kendisinden bilgi aktarılan kişinin yalancı olması, kişiyi sorumluluktan kurtarmamaktadır. Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz: "Kişiye, yalan olarak, her duyduğunu anlatması yeter!" [Müslim] buyurdu. Bu hadis-i şeriften de anlaşılıyor ki kişinin kendisine gelen bilgilerin gerçekliğini araştırmak, gerçek değilse onlara itibar etmemek gibi bir sorumluluğu vardır. Değerli okuyucularım, sözü fazla uzatmayalım, bu dostumun uyarısından sonra acaba Tayyib Bey'in henüz iktidar olmadan önce yaptığı Amerika ziyaretlerinin gerçeklik payı nedir diye tekrar bir araştırma yaptım. Anlaşılıyor ki, bu konudaki en ayrıntılı bilgiler, Turan Yavuz'dan geliyor. Turan Yavuz, 1956 Paris doğumlu. Gazeteciliğe 1974 yılında Reuters haber ajansının Ankara bürosunda başlamış. 1982-1985 yılları arasında Akajans'ın ve Tercüman'ın Washington muhabirliğini, 1985-1995 yılları arasında da Milliyet'in Washington Temsilciliğini yapmış. Tv proğramcılığı, Haber Koordinatörlüğü gibi işlerle birlikte 1999-2004 yılları arasında TV 8’de yöneticilik, 1997-2003 yılları arasında Anadolu Ajansı’nda başkan vekilliği yapmış.[1] Herhalde haber ağlarının en üst kademelerinde bulunmuş ve bu kadar sorumluluk üstlenen bir kişinin verdiği bilgiler yalan değildir, sanıyorum.
Merdan Yanardağ, Turan Yavuz'un Mart 2006'da yayınlanan "Çuvallayan İttifak"[2] adlı kitabında, ABD-AKP ilişkilerini deşifre eden bir dizi gizli randevuyu ve görüşmeler zincirini yer, tarih ve hatta saat vererek anlattığını, bir yılda on baskı yapan söz konusu kitaptaki bilgilerin, ilk baskının üzerinden bir yıl geçmesine rağmen yalanlanmadığını bildiriyor.[3] Değerli okuyucularım, linkini verdiğim Merdan Yanardağ'ın bu makalesinde, Turan Yavuz'a atfen, daha 3 Kasım 2002 seçimlerinin tarihi belli değilken, AKP liderliği dışında herhangi bir resmi sıfatı olmadığı halde, Ocak 2002'de Washington'a gelen Erdoğan ve ekibinin, Zapsu'nun Davos'tan tanıdığı Byford ve eşi Gadiesh aracılığıyla önce Washington yönetimi adına hareket eden Richard Perle ile gayri resmi bir görüşme yaptığı, 3 Kasım 2002 seçimlerinde milletvekili olamayan Erdoğan'ın daha sonra yine Byford aracılığıyla bir randevu ayarlanarak ABD Başkanı George W. Bush'la görüşmesinin sağlandığı; bu görüşmelerin zemininin de daha Tayyib Bey'in belediye başkanlığı sırasında atıldığı, ABD Büyükelçisi ve Başkonsolosunun sık sık kendisiyle görüştüğü, ve daha AKP kurulmadan önce ABD'nin önde gelen Yahudi kuruluşlarından Anti-Defamation League (ADL) Başkanı Abraham Foxman'ın, sadece Erdoğan ile görüşmek üzere İstanbul'a geldiği ayrıntılı şekilde anlatılıyor. Yani demekki önceki makalelerde verilen bilgiler yanlış değil.
Merdan Yanardağ bu yazısında ABD'nin AKP'ye ilgisinin sebeplerini de:
"Amerikalı strateji uzmanlarından Dinesh D'Souza da, daha 1995'te yazdığı bir kitapta, "Biz İslam köktendinciliğini dönüştürmeli, onları liberalleştirmeliyiz" dediğini,
Amerikan dışişleri ve istihbaratının önde gelen Ortadoğu, Türkiye ve İslam uzmanlarından Graham Fuller'in, 1990'lı yılların ortalarından beri "ılımlı İslam" projesi üzerinde çalıştığının bilindiğini,
Fuller'in Ortadoğu'daki anti-amerikan radikal İslamcı akımları önleme ve geriletmenin yolunun, laik sistemleri desteklemekten değil, aksine radikal İslamcı partileri küresel kapitalist sistem içine çekecek ve özlerini dönüştürecek bir yaklaşımı benimsemekten geçtiği tezini yıllardır savunduğunu" belirterek açıklamaktadır.
Değerli okuyucularım, sayın Başbakanımızın Yahudi Lobisiyle ilişkilerinin daha sonraki yıllarda da devam ettiğini görüyoruz. Hatırlayacaksınız, 15 Kasım 2003'te İstanbul’da iki sinagoga bombalı saldırı düzenlenmiş, saldırılarda 24 kişi ölmüştü. Akabinde Sayın Başbakanımız ABD'ye gitmiş, "Teröre hoşgörülü davranamayız. Biz yeryüzünden terörü silmek için dayanışma içinde olmalıyız." mealindeki açıklamaları üzerine, 26 Ocak 2004 tarihinde Amerikan Yahudi Kongresi (AJK), kendisine "Profiles of Courage" (Cesaret Timsalleri) ödülünü vermiştir.[4] Taha Kıvanç, Amerikan Yahudi Kongresi (AJK)'nin, dünya siyonizmin kurucusu olan Theodore Herzl tarafından 19. yüzyılın sonlarına doğru kurulmuş ve bugünkü Israil'in ortaya çıkmasıyla önemli bir amacını gerçekleştirmiş olan Dünya Yahudi Kongresinin bir türevi olduğunu bildiriyor. Verilen ödülün önemini belirtmek için de, şimdiye kadar yalnızca 10 kişinin bu ödüle lâyık görüldüğünü, Musevi olmayan tek kişinin Tayyip Bey olduğunu yazıyor.[5]
Bu olayın üzerinden yaklaşık bir buçuk yıl geçtikten sonra, 10 Haziran 2005'te yapılan ziyarette de Anti-Defamation League (ADL) Başkanı Abraham Foxman tarafından sayın Başbakanımıza "Üstün Cesaret" ödülü verilmiştir. ADL bu haberi kendi sitesinde "Başbakan Erdoğan, Türkiye'de Anti-Semitizme Yer Yoktur, diyor" başlığıyla vermiştir.[6] Aşağıdaki resim ADL'nin sitesindeki bu ödül töreni için yayınlanan resimdir.
Bu törende Abraham Foxman, Yahudi kıyımı hakkında çok söz söylendiğini, ancak Avrupa Yahudilerine sığınma ve kurtuluş hakkı sağlayan birkaç ülkenin başında gelen Türkiye'nin rolünün yeterince değerlendirilemedeğini belirterek ödülün bir minnet borcu olarak verildiğini ima ediyordu. Değerli okuyucularım, bu gerekçe elbette çok haklı bir gerekçe idi. Yüzyıllardır yeryüzünde Yahudiler nerede bir zulme uğrasalar, onlara hep kucak açan aziz Milletimiz olmuştur. Diğer bütün mazlumlara yaptığı gibi... Ama bu ödüllerin sebebini yalnız bu himayede görmek elbette çok büyük saflık olur. Allah'a emanet olunuz.
| ||