010  Anarşi için verimli bir bataklık


Değerli okuyucularım,

Bir önceki yazımda, sizlere, Türkiye'deki Ermeni Dönmeler hakkında, Ermeni Patrik vekili Aram Ateşyan ile yapılmış bir röportajı aktarmıştım. Bu yazıda dikkati çeken önemli bazı hususlar vardır:

Bunlardan ilki 1950'li yıllarda Ateşyan'ın akrabalarının bulunduğu Diyarbakır Silvan bölgesinde Ermenilere müslüman olmaları için baskı yapıldığıdır. Bu elbette kabul edilebilir bir durum değildir. İslam, bir tekliftir. Bu teklifi kabul eden, dünya ve ahıret hayırlarına kavuşur. Bu teklifi kabul etmek demek, gerçekte, kendi iradesini bir yana bırakarak Allahü Tealâ'nın iradesine teslim ve tabi olmayı, O'nun insanı hayra götüren edep ve ahlâk eğitimine girmeyi kabul etmek demektir. Kabul etmeyen zaten bütün bu hayırlardan mahrum kalarak bunun dünya ve ahırette cezasını çeker. Kimseyi zorlamanın bir anlamı yoktur. Ayrıca İslam, iman esasına dayanan bir dindir. Yani, kalbî bir teslimiyettir. Bu kalbî teslimiyet olmadan gösterişe dayanan işlerin bir değeri olmaz. Sanıyorum Ermeni yurttaşlarımız üzerine yapılan bu baskılar muhtemelen 6-7 Eylül olayları ile ülkede yaratılan duygusal tahrikler sonucu olmuş olmalıdır.

Açıklamalardaki dikkati çeken ikinci husus, Tunceli’nin belki yüzde 90’ının dönme Ermeni olduğu hususudur ki üzerinde araştırma yapılmadan söylenen bu sözlerin gerçeklik değerini anlamak elbette mümkün değildir.


# İki arada bir derede kalan insanlar

Benim asıl üzerinde durmak istediğim husus, Ateşyan'ın, "Yani koyu Müslümanlar derken Camiye mi gidiyorlar?" sorusuna verdiği:

"Camiye de gitmiyorlar belki ama kiliseye de gelmiyorlar. Hem camiden hem kiliseden oluyorlar."

şeklindeki cevaptır.

Bu durum, elbette, Birinci Dünya Savaşı sırasında gelişen Ermeni tedhişleri ve onları önlemeye yönelik iç müdahele ve tehcir olayları sırasında, yerinden yurdundan olmamak veya çeşitli sorunlarla karşılaşmamak için çevrelerine Müslüman olduklarını ilan eden Doğu Anadolu, Karadeniz, Güneydoğu Anadolu’daki bir çok Ermeni ve diğer azınlık köylerindeki insanlar için de söz konusudur. Ateşyan, "Annesi babası Ermeni olan ama kendini Müslümanım diye tabir eden, Ermenice'yi bilen, boynunda gizlice haç taşıyan yüz binin üzerinde Ermeni" olduğunu söylüyor.

Değerli okuyucularım, içi ile dışı farklı olan iki ayrı kimlik içinde yaşamak elbette çok vahim bir durumdur. Fakat bunda aziz Milletimizin herhangi bir vebali yoktur. Aşağıdaki hatırat bunun en açık kanıtıdır. Şimdi tam hatırlayamıyorum. Sanıyorum bir facebook paylaşımı idi. Birkaç gün önce bilgisayarıma müzik adamı Osman Babuşcu'nun bir anısı düştü. Orijinal kaynağını bulamadım. "Bu gerçeği benden başka kimseden duyamazsınız. Çünkü ben tespit ettim" başlığını taşıyor. Olay 1978 yılında Urfa'nın Çamlıdere Mevkiinde geçiyor. Şivan Perver ile ilgili bir anı. Anıdan ilgili kısımları sizlere aktarıyorum. Doğru değil ise lütfen Osman Bey bize bildirsin. Düzeltelim. E-posta adresimiz sitemizde vardır. İşte o ifadeler:


# "Bir gece önce yemek gönderdiğimiz komşularımız ..."

"Bana kıyamayan Şükrü Amca "Bakın" dedi. "İstiklal Savaşında biz buralarda düşmanla savaşırken geçlerimiz, orta yaşlılarımız düşmanla savaşmak için gitmişlerdi ve köylerimizde yaşlılar, çocuklar ve kadınlar kalmıştı. Kendilerine bir gece önce yemek hediye gönderdiğimiz ve o zamana kadar birbirimizden ayırmadığımız Ermeni komşularımız sabah bizleri kestiler; genç ve orta yaşlılarından taburlar kurdular, hem köylere baskın yapıp katliam yaptılar, hem de ordumuzu arkadan vurdurlar."

"Biz bunlara bu yaptıkları kalleşlikten dolayı gavurdan daha fazla kin besledik. Gavuru kovduktan sonra bunların kurduğu bu birliklere saldırdık. Bunların bu birliklerini savaşarak imha edince bunların yaşlıları, kadın ve çocukları bir de bize kalleşlik yapmayıp harbe gitmeyenleri geride kalmış oldu. Onlar bizim kadın ve çocuklarımıza insanlık dışı katliam yapmalarına rağmen biz dinimizin verdiği terbiyeden dolayı onların kadın ve çocuklarına dokunmadık, sonradan Devlet'ten emir gelince Suriye taraflarına gönderdik. O sıcakta yollarda ölürler diye bazı Ermeni aileler çocuklarını kâh hatır için, kâh para karşılığında buradaki ailelere, sonra gelir alırız diye emaneten bıraktılar. Uzun zaman geçmesine rağmen bunlar çocuklarını almaya gelmediler. Bunları emanet olarak alanlar da sonradan Devlet'ten korktukları için nüfusta kendi üzerlerine yazdırdılar. Biz bunları bildiğimiz için bunlar büyüyünce bunların kızları ile oğlanlarını birbirleriyle evlendirdik. Şivan'ın babası şu ailenin yetiştirdiği Ermeni çocuğu, annesi de şu ailenin yetiştirdiği Ermeni kızıdır, yani Şivan Kürt değil Ermenidir" dedi."


# "Namussuzluğu insanların sütü bozukluğunda aramak gerekir."

Osman Bey, Şükrü Amca'nın okuma ve araştırma düşkünü, Yüksek İslâm Enstitüsünde okuyan, üniversite tahsili öncesi oralarda imamlık da yaptığı için sahip olduğu bilgi ve kültürden dolayı o yaşlarda civar köylerin akıl hocası haline gelmiş yirmi yaşındaki oğlunun ve kendisinin şaşkınlıklarını anlatan birkaç cümleden sonra aşağıdaki ifadelerle anıya devam ediyor:

"Şunu da önemle eklemek isterim, İstiklâl Savaşı'nda yabancı devletlerin propagandalarına kanmayıp bu kötülüklere bulaşmayan ve her vatandaş gibi İstiklâl Savaşına katılan ve şehit olan Ermeni kökenli vatandaşlarımız ve asâletini muhafaza etmiş Devlet'e sâdık Ermeni Aileleri çoğunluktadır."

"Diğer yazılarımda yazdığım gibi, bir suç işleyen adamın mensup olduğu bir dini veya topluluğu tümden suçlamak kadar zalimlik yoktur. İyi insan vardır, kötü insan vardır. Namussuzluk yapacak bir şeyleri bahane eder yapar. Namussuzluğu kökeninde ve mensup olduğu dinde değil onun sütünün bozukluğunda aramak gerekir."


# Asıl namussuzluk kimde?

Değerli okuyucularım, olaylara daha dar bir açıdan bakan Osman Bey, namussuzluğu insanların sütünün bozukluğunda aramak gerekir diyorsa da asıl namussuzluk kendi çıkarları uğruna dünyayı ateşe vermekten asla çekinmeyen ve kendi gizli projeleri uğruna Türkiye'yi bölüp parçalamak için her şeyi meşru görup bu insanları, ekmeğini yiyip suyunu içtikleri kapı komşularına karşı kışkırtan Küresel Derin Devletin bu vicdansız ve şeytanî anlayışında değil midir? Ancak her şeytanî telkin, yalnızca vicdanı ona uygun olan insanlara etki eder. O sebeple, asıl sorun, yüzbinlerce insanın ne camiye, ne de kiliseye gidememesinde; dinin güzel ahlâka götüren, insanı insan yapan nurlu eğitiminden yoksun kalmasındadır. İnsanların imandan, vicdandan yoksun bir biçimde yetişmiş olması elbette yıkımların en büyüğüdür!

Yazık ki, Allahü Tealâ'nın insanlığa sağladığı tüm erdemlerden yoksun bir biçimde yetişmiş, kendini bilmez, Rabbini bilmez, Allah korkusundan yoksun, tek yaşam amacı kendi nefsinin hevası olan bu insanlar; Küresel Derin Devletin anarşi ve karışıklık yaratma, ya da uyuşturucu ticareti gibi her türlü eylemler için kullanabileceği çok verimli bir bataklığın ana maddesini oluşturmaktadırlar. Sonraki yazılarımda vereceğim somut örnekleri gördükçe eminim bu güçsüze çok hak vereceksiniz.

Allah'a emanet olunuz.