036  İnsan aziz bir varlıktır, ama tanrı değildir


Değerli okuyucularım,

Masonluğun temsil ettiği kabalist felsefenin üçüncü temel yanılgısı ise, "insanı ilahlaştırması"dır. Onu Allahü Tealâ'nın yerine koyması, onu, insan varlığının hayat gayesi haline getirmesidir.

Harun Yahya, mason yazar Manly P. Hall tarafından kaleme alınan "The Lost Keys of Freemasonry" adlı kitapta:

"İnsan, Mısır'ın mistik efsanelerinde olduğu gibi, inşa halindeki bir tanrıdır, bir çömlekçi kalıbında şekillendirilmektedir. Herşeyi kaldırmaya ve korumaya yönelik ışığı parladığında ise, üçlü bir tanrılık tacı kazanır ve Üstad Masonların safına katılmış olur." ifadelerinin yer aldığını bildirmektedir.[1]

Anlaşıldığı gibi kabalist felsefenin temsilcisi olan masonlar insanı henüz inşa halindeki bir "tanrı" olarak görüyorlar, masonik eğitimden geçtikten sonra da "tanrılık" tacı giyeceğini iddia ediyorlar. Bu yalnız Hall'in kişisel düşüncesi değildir. Cevat Rifat Atilhan'ın "Kendi Vesikalarına Göre Masonluk" adlı kitabındaki[2] belgelerden de anlaşıldığına göre masonluğun genel anlayışıdır. Masonlar diyorlar ki:


# Masonizm, insanı ilahlaştırdı

"Kitabî dinler Allah'a inanma şekil ve evsafını aşıladılar. Masonizm ise insanı ilahlaştırdı." Necat Locası'nın broşürü, s.51.

"Biz artık Allah'ı hayat gayesi olarak tanımıyacağız. Biz bir gaye yarattık, o gaye Allah değil beşeriyettir." 1913 Meşriki Âzam zabıtları

"Masonluk insanı, makul ve şerefini müdrik olarak insanlığı sever olarak yetiştirilmelidir. Daha doğrusu insan kendisine Allah, hükümdar ve reisi ruhanî olmalıdır." Revista della massoneria İtaliana, 19.cilt, s.78.

Masonlar bu anlayışlarını, diğer birçok konularda yaptıkları gibi, "Hümanizm" yani "insanlık sevgisi, barış ve kardeşlik" maskesi altında insanlığa sunmuşlardır. Şimdi birçok insana "hümanist" olup olmadıklarını sorsanız hiç tereddüt etmeden size kendisinin hümanist olduğunu söyler. Ama aynı insanlara "Peki siz tanrı mısınız?" deseniz, hemen hepsi sizin bu sorunuzdaki maksadınızı anlayamazlar ve şaşırır kalırlar. Çünkü onların hiçbirisi kendini tanrı olarak görecek kadar aptal değildirler.


# Barış, kardeşlik yalanının altındaki gerçek

"Hümanizm" kavramı çoğu insanın aklında olumlu mesajlar çağrıştırır. "İnsan sevgisi", "barış", "kardeşlik" gibi. Ancak felsefi anlamda hümanizmin daha da önemli bir anlamı vardır: Hümanizm, "insanlık" kavramını, insanların yegane amaç ve odak noktası haline getiren bir düşüncedir. Bir başka deyişle, insanı, Yaratıcımız olan Allah'tan yüz çevirmeye, sadece kendi varlığı ve benliği ile ilgilenmeye çağırır. Hümanizmin bu anlamı, özellikle de kelimenin Batı dillerindeki kullanımında belirgindir. Hümanizmin İngilizce'deki sözlük anlamı şu şekildedir:

En iyi değerler, karakterler ve davranışların doğaüstü bir otoritede değil de, insanlarda olduğuna inanan düşünce sistemi."[1]

1933 yılında yayınlanmış I. Hümanist Manifestosu'nun ilk iki maddesi şöyledir:

"BİR: Dinsel hümanistler, evrenin kendi başına var olduğunu ve yaratılmadığını kabul ederler.

İKİ: Hümanizm, insanın doğanın bir parçası olduğuna ve sürekli bir işlemin (evrim sürecinin) sonucunda oluştuğuna inanır."[1]

Görüldüğü gibi burada beyan edilen anlayış, daha önceki yazılarımda sizlere aktardığım Kabala'nın "evrenin ezelden beri kendi kendine var olduğu ve insanın, evrenin evrimleşmesiyle ortaya çıkmış ve henüz olgunlaşmasını tamamlayamamış bir tanrı olduğu" biçimindeki materyalist anlayışından başka birşey değildir.


# İnsan elbette aziz bir varlıktır, ama tanrı değildir.

Değerli okuyucularım,

İnsan, elbette, maddî alemde diğer hiçbir canlıya nasip olmayan üstün özelliklere sahip aziz bir varlıktır. Rabbine muti olduğu sürece de o kendi saygınlığını korumaktadır. Ama o tanrı değil, aciz bir kuldur. "Akıl" gibi bir nimet, insandan başka diğer hiçbir canlıya bahşedilmemiştir. İnsan, birçok bakımlardan, diğer yaratıklardan farklı ve üstün kılındı.

"And olsun ki, biz insanoğullarını şerefli kıldık, onların karada ve denizde gezmesini sağladık, temiz şeylerle onları rızıklandırdık, yaratıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık." (İsra, 70)

Ulu Yaratan "hayat, ilim, irade, kudret, görme, işitme, konuşma" gibi subuti sıfatlarından, temsilî bir nitelikte olmak ve madde aleminin kendi işleyiş prensipleri içinde çalışmak üzere kısmen insana da ihsan etmiş; onu yeryüzünün sahibi ve halifesi kılmış; yönetsin diye yerde ve gökte olanları onun buyruğu altına vermiştir.

"Göklerde olanları, yerde olanları, hepsini sizin buyruğunuz altına vermiştir." (Casiye, 13)

"... ve sizi yeryüzünün sahipleri yapan..." (Neml, 62)

"Sizi yeryüzünün halifeleri yapan, .. O'dur." (En'am, 165)

Ama bütün bunlar ona, "tanrılık" iddiasında bulunmak gibi bir edepsizlik yetkisi vermemektedir. O eşref-i mahluktur. Ama onun bütün yetki, yetenek, beceri ve üstünlükleri Allahü Tealâ'nın kudret elleri altındadır. Sonuçta o, kendine ihsan edilenler elinden alındığında, konuşamaz, idrarını tutamaz, elini ağzına götüremez hale gelen aciz bir varlıktır. Onun için insan, kendini bilmek, üstünlükleri gibi aczinin de farkında olmak zorundadır. Allahü Tealâ, insan türünün en mütekâmil temsilcisi olan, habibim diye hitabettiği Muhammed Aleyhisselâm Efendimiz için bile "Kulumuz Muhammed" deyimini kullanıyor. İnsana haddini bilmek gerekmez mi?

Allah'a emanet olunuz.


-------------------------------
[1] http://www.masonluk.net/global_masonluk_01.html
[2] Cevat Rifat Atilhan, 1964. Kendi vesikalarına göre Masonluk Nedir? 3.baskı. Doğan Güneş Yayınları, Nu.18, P.K.21 Beyazit, İstanbul