042  Tüm insanlık için tek din


Değerli okuyucularım,

Materyalist felsefe, bir yaratıcının varlığını inkâr eder. Tüm varlığı ezeli ve ebedi varsaydığı maddeden ibaret görür. Ve böyle bir anlayışın tabii bir sonucu olarak da her olayı tabiat, madde ve akıl ile açıklamaya çalışır. Materyalistlerin, kendi düşünce sistemlerinin iskeletini oluştururken ortaya attığı nazariyelerden birisi de "Tabii Hukuk Nazariyesi"dir.

Onlara göre tabiatta ne kanun, ne devlet ve ne de harici baskılar vardır. Tabiat gidişini kendisine has olan kanunlarla idare eder. Tabii kanunlar, aklın ve idrakin kanunları olup diğer bütün insani kanunların üstündedir. Her şeyin tabiattan kaynaklandığı ilk zamanlarda tabii kanunlar, yani akıl ve idrak hukuku her şeye hâkim idi. İnsanlar iyiliğin ve hakkaniyetin tabii emirlerine itaat ediyorlardı.

Yani onlara göre, kısaca, adalet ve hukukun kaynağı "akıl" idi.


# Aklın fıtratı, kişinin çıkarlarını korumaktır

Değerli okuyucularım, materyalistlerin bu yaklaşımı ilk bakışta insana gayet doğru görünmektedir. Ancak dini inanç ve uygulamalardan mahrum bırakılmış toplumlara baktığımızda, aklın herhangi bir adalet ve hukuk sistemi yaratamadığını, aksine herkesin kendi çıkarlarını koruma ve pastadan en büyük payı alma yarışı içine girdiklerini görürüz.

Değerli okuyucularım, bunun böyle olması, oldukça tabiidir. Çünkü akıl fıtraten kişiyi korumaya yönelik olarak programlanmış zihni bir mekanizmadır. Materyalistlerin sandığı gibi "hukuk sistemi" oluşturabilecek bir mekanizma değildir. Bu düşünme mekanizması sayesinde insan, çevresini tanır, olabilecek şeyleri kestirmeye yarayan analiz, sentez ve yorumlar yapar. Bunlara dayalı hüküm ve kararlar verir. Ancak ilahi terbiyeden geçmemiş olan insanda, bu yorum ve kararlar, daima "ego"nun güdümünde ve onun arzu ve istekleri doğrultusunda olur.


# Güzel ahlâkın kaynağı, ilahi terbiyedir

Güzel ahlak, kişinin, ilahi terbiye ile sonradan kazandığı bir niteliktir. Bugün bütün toplumlarda, herkesin doğruluğundan kuşku duymadığı adalet, dürüstlük, nezaket gibi "iyilik" ifade eden bazı yerleşik değer yargıları, o toplumlara Allah elçileri vasıtasıyla intikal etmiştir.

İlahi terbiyeden geçmemiş insanda, aklın yorum ve kararları, daima "ego"nun istekleri doğrultusunda olur. Dolayısıyla kişi, kendi nefsine uygun olan şeyleri "iyi", uygun olmayan şeyleri de "kötü" görür. Bu da adalet duygusunun en büyük düşmanıdır. Çünkü o, kişiyi, adil davranmak ile kendi çıkarını korumak gibi iki duygu arasında bırakır. İlahi terbiyeden geçmeyen kişi, bu ikilemde, daima kendi çıkarını tercih eder.

Adalet, dürüstlük, sabır gibi insanı objektif iyiliğe götüren kavramlar ise, ancak "ilahi iradeye" tabi olmakla elde edilir. Bunun da başlangıcı, "iman"dır. Kişi Allah'a inanıp O'nun iradesine tabi olur ise Ulu Allah'ın erdemleri, zamanla o kişi üzerinde görülmeye başlar. Toplumda inanan insanları sayısı arttıkça, bu inançlı insanların çıkar ölçüsüne dayanmayan adalet, sabır, acıma v.b. gibi objektif değer yargıları, zamanla, toplumun ortak değerleri haline gelir.


# "Allah'ın iradesine bağlanma" dini

Değerli okuyucularım, bugün pek çok insan, peygamberlerin, Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık gibi farklı dinler getirdiğini sanıyorlar. Halbuki hiçbir peygamber farklı bir din getirmemiştir. Âdem aleyhisselamdan bu yana bütün peygamberler, insanlığa tek bir din tebliğ ettiler. Bu din de "eşi, benzeri, ortağı olmayan tek bir Yaratıcı'ya inanma ve O'nun iradesine tabi olma" dinidir. Bu din, en son olarak, birçok akıl almaz kötülüğün hüküm sürdüğü Arap Yarımadasında Muhammed Aleyhisselama tebliğ edildi. Adına da Arapça "teslim olma" anlamına gelen "İslam" adı verildi. Yaratıcı'nın iradesine teslim olanlara da "Müslüman" denildi.

Değerli okuyucularım, Âdem aleyhisselamdan Muhammed aleyhisselama kadar bütün peygamberlerin tüm insanlığa tebliğ ettikleri din, İslam'dır. Yani "Allah'ın iradesine bağlanma" dini. Bütün peygamberler de Müslüman idiler. Yani Allah'ın iradesine boyun eğmiş, O'nun buyruk, tavsiye ve öğütlerine göre hareket eden insanlar idiler. Ayet-i kerimelerde buyruldu ki:

"İbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyan idi; fakat o, Allah’ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslüman idi." [Al-i İmran, 67]

"Allah Nuh'a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştur. Sana vahyettik; İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya da buyurduk ki: "Dine bağlı kalın, onda ayrılığa düşmeyin." [Şura, 13]


# İslam, tüm zamanların ve tün insanlığın dinidir

Peygamberlerin bizlere Allahü Teâlâ'nın bildirimlerini, emir ve yasaklarını öğretmek için getirdikleri bütün kitaplar (Tevrat, Zebur, İncil, Kur'an) da İslam'ın kitaplarıdır. Her kitap bir öncekini doğrulamak için gönderilmiştir. Hepsinde bildirilen din, İslam'dır. Her kitap, bir önceki kitabın uygulamasında yapılan yanlış yorumları düzeltmiş, insanlık için hak yolu yeniden göstermiş ve insanlığa ahiret âlemi ilgili uyarılarda bulunmuştur. Ayet-i kerimede:

"De ki, Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a ve torunlarına indirilene, Rableri tarafından Musa, İsa ve peygamberlere verilene inandık, onları birbirinden ayırt etmeyiz, biz O'na teslim olanlarız." [Al-i İmran, 84] buyruldu.

Allahü Teâlâ'nın korunmasını bizzat üstlendiği son kitap Kuran-ı kerim ile de, bir yandan önceki yıllara ait inanç ve uygulamalardaki yanlış yorumlar düzeltilirken, diğer yandan tüm insanlığın kıyamete kadar uyması gereken evrensel kurallar gösterilmiş, iyi ve kötü davranışlara peygamberlerin ve geçmiş milletlerin hayatlarından örnekler verilmiştir.

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere "İslam", yani Allah'a inanıp O'nun iradesi bağlanma dini, bütün zamanların ve bütün insanlığın tek dinidir. Zaten Allah katında İslam'dan başka din de yoktur. Ayet-i kerimelerde:

"Doğrusu Allah katında din, İslâm'dır;" [Al-i İmran, 19]

"Bu, senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize de uyguladığımız yasadır. Sen bizim yasamızda değişiklik bulamazsın." [İsra, 77]

"İşte sizin dininiz, tek bir dindir. Ben de sizin rabbinizim. O halde yalnızca Benden korkun." [Müminun, 52]

"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa ondan asla kabul edilmeyecek ve o ahirette de zarar edenlerden olacaktır." [Al-i İmran, 85] buyruldu.


# Eşi, benzeri, ortağı olmayan tek tanrı

Değerli okuyucularım, daha önceki yazılarımdan hatırlayacağınız gibi, Kur'an tebliğ edilir edilmez kaleme alınmış, zamanının bilginleri tarafından büyük bir hassasiyetle derlenip yanlış anlamalara meydan vermeyecek şekilde uygun okuma işaretleriyle işaretlenmiş, günümüze kadar tek bir harfi bile değişmeden korunmuş en güvenilir tek ilahi kaynaktır.

Ulu Yaratıcımız Kur'an-ı kerimde kendi özel adını Allah olarak beyan etmiştir. Ulu Allah kendi özniteliklerini bizlere ayrıntılı şekilde bildirmiş ve yalnız o niteliklerle kendisinin nitelenmesini istemiştir. Şöyle ki:

Allahü Teâlâ, tektir. Eşi, benzeri, ortağı yoktur. Her şeyi, O yaratmıştır. Yarattığı hiçbir şeye benzemez. Ezeli ve ebedidir. Doğurmamış ve doğrulmamıştır. Kendi varlığını sürdürmesi için hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Fakat her canlı yaşamak için O'na muhtaçtır. Her şeyi ayakta tutan O'dur. Yerin ve göklerin, görünen ve görünmeyen tüm âlemlerin sahibi, O'dur. Her şeye enerjisini, gücünü, kuvvetini veren O'dur. O'nun her şeye gücü yeter. Her şeyi bilir, görür, işitir, konuşur. İrade sahibidir. Kâinatta cereyan eden trilyonlarca olayı aynı anda yönetmek ona zor gelmez. İnsanların iyi işlerini de kötü işlerini de yaratan odur. Fakat onların iyi işlerini sever, kötü işlerinden ise memnun değildir. Adildir. Kimseye zulmetmez. Yarattıklarına karşı büyük bir merhamet sahibidir. Müminlerin en büyük dostu ve yardımcısıdır.

Değerli okuyucularım, Allah (c,c,) insana sayısız nimetler bahşetmiştir. İslam gibi ilahi bir eğitim sistemi ile de bu nimetlerini tamamlayıp onu olgunluğun zirvesine taşımak istemektedir:

"Allah sizi zorlamak istemez, Allah sizi arıtıp üzerinize olan nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz." [Maide, 6]


# Her türlü hayrın kapısı: İman

Allahü Teâlâ'nın rahmet kapıları her an, herkese açıktır. Ancak bu ilahi rahmetten yalnız O'na inanan "iman" sahipleri yararlanabilmektedir. Kâfirler ise bundan yararlanamamaktadır.

İman, kişinin Allah'ın varlık ve birliğine inanarak kendi kişisel iradesini (nefsinin hevasını) bir yana bırakıp O'nun yüce iradesine (yasak, buyruk ve tavsiyelerine) uyması demektir.

Dinin gereklerini yerine getiren insan, eğer inancında ve işlerinde samimi ise, kısa bir süre içinde insanı insan yapan bütün güzelliklere kavuşur. Ahlaken olgunluğun zirvesine ulaşır. Yüksek edep sahibi saygın bir kişi olur.


# Olgun ve edep sahibi insan

Olgunlaşmış edep sahibi böyle bir insan artık aşırılıklardan uzaktır. Temizdir. Rabbinin yasakladığı zina, içki, kumar, israf, büyücülük, yalancı şahitlik, gıybet, faizli ticari muameleler, hırsızlık, rüşvet, gasp, livata gibi işleri yapmaz. Uyuşturucu kullanmaz. Ölçü ve tartıda hile yapmaz. Haset etmez. Kimseye kin tutmaz. Nefsinin arzularını yerine getirirken Rabbinin çizdiği sınırı asla aşmaz. Kibirlenmez, kimseyi küçümsemez, kimse ile alay etmez. Hiç kimsenin kalbini kırmaz. Rabbinin namaz, oruç, zekât, hac gibi buyruklarını elinden geldiğince yerine getirmeye çalışır. Anne ve babasına itaatli olup her zaman onları hoşnut etmeye çalışır. Kimsenin hakkına tecavüz etmez. Kendi zararına bile olsa daima adaletli davranır. Yalan söylemez. Dürüsttür. Doğru sözlüdür. Söz verdiği zaman sözünde durur. Kendisine bir şey emanet edildiğinde onu kendi malı gibi korur. Birisi kendisine zulmetse onu affeder. Birisi özür dilese özrünü kabul eder. Kimsenin malına canına zarar vermez.

Hısım ve akrabasını, sık sık ziyaret eder. Onların bir sorunları varsa yardımcı olmaya çalışır. Komşularının hakkına riayet edip onları rahatsız edecek şeyler yapmaz. Komşuları kendisini rahatsız etse, onları sabırla karşılar. Komşularının sorunlarıyla ilgilenir. Yapabileceği bir şey varsa yardımcı olmaya çalışır. Tanısın veya tanımasın herkesle selamlaşır. Çevresindeki fakir, hasta, engelli, yaşlı ve güçsüz insanlarla ilgilenir ve onlara elinden geldiğince yardımcı olmaya çalışır. Cömerttir. Yaptığı iyiliği başa kakmaz. Büyüklerine karşı saygılı, küçüklerine karşı da sevgi, şefkat ve merhamet doludur. Hayvanlara karşı merhametlidir. Çevresine ve içinde bulunduğu ekosisteme asla zarar vermez.

Rızkını helal yollardan kazanmaya çalışır. Kanaatkârdır. Allahü Teâlâ'nın verdiği nimetlere karşı şükredicidir. Başına gelen bela ve sıkıntılara karşı sabırlıdır. Her vesile ile iyi ve güzel şeyleri insanlara tavsiye etmeye, kötü şeylerden de onları sakındırmaya çalışır. Allah'ın sevdiğini sevip sevmediğinden kaçınır. İçinde yaşadığı devletin kanun ve nizamlarına saygılıdır. Terörden, anarşiden, her türlü kanunsuz işlerden uzaktır. Özetle mümin, herkesin kendisine saygı duyduğu, herkesin kendisine sevgi ile yaklaştığı, herkesin kendisinden iyilik beklediği, onunla beraber olmaktan büyük bir zevk aldığı tam bir çelebidir, mükemmel bir insandır.


# İlahi rahmete kayıtsız kalmayalım

Değerli okuyucularım, yukarıda yazdığım, insanı, olgun ve mükemmel bir hale getiren bütün bu güzel nitelikler, ancak, Allahü Teâlâ'ya inanıp O'nun iradesine samimiyetle tabi olunmak suretiyle elde edilir. Rabbimiz, Âdem aleyhisselamdan bu yana dünyanın dört bir yanına sayısız peygamberler gönderdi. Biz onların her birine büyük minnet borçluyuz. Bütün bu iyilik ve güzellikler, o peygamberler vasıtasıyla bizlere ulaştı. Bunlar İslam'ın tüm kitaplarında bildirilen, tüm zamanların ve tüm insanlığın ortak değeri olan, evrensel iyilik ve güzelliklerdir.

Bunlara kayıtsız kalmayalım. En kısa zaman içinde Allahü Teâlâ'ya inanıp O'nun rahmet şemsiyesi altına girerek bütün bu güzelliklerin bizim üzerimizde de tecelli etmesini sağlamaya çalışalım. Üstelik bunların sonsuza kadar uzanan ebedi bir mutluğun anahtarı olduğunu unutmayalım.

Allah'a emanet olunuz.

Dr. İsmail Ulukuş

[İlgili makale: Nasıl Müslüman olunur?]