031  Mü'minin ölümü


Değerli okuyucularım,

En son yazımda, Rasulullah (s.a.v.) Efendimizin bildirilerine dayanarak, her zaman abdestli bulunmanın, namazları cemaatle kılmanın, sabır, şükür ve kazaya rızanın çok önemli iman belirtileri olduğunu söylemiştim. Gerçekte Rasulullah Efendimizin iman ile ilişkilendirdiği her şey, iman ile öbür aleme göçmek için önemlidir.


# İmanla ilişkili durum ve davranışlar

Bunlardan bazıları şöyledir:

"Vallahi, Ehl-i beytimi sevmeyenin kalbine iman girmez." [İ. Ahmed]

"En üstün amel, imandır. En üstün iman, Allah’ı hep yanında bilmektir." [Taberani]

"Sizin imanca en güzeliniz, ahlâkça en güzel olanınızdır." [Hakim]

"Emanete riayet etmeyenin imanı yoktur." [Taberani]

"Merhametli olmayanın imanı olmaz." [Taberani]

"Temizlik imanın yarısıdır." [Feyzü'l-kadir]

"Haya imandandır." [Buhari]

"Namus gayreti imandandır." [Deylemi]

"Vatan sevgisi imandandır." [İmam-ı Rabbani]

"İçki ile iman, bir arada bulunmaz, biri, diğerini uzaklaştırır." [Beyheki]

Görülüyor ki ehl-i beyt sevgisi, temizlik, güzel ahlâk, emanete riayet, merhamet, haya, namus gayreti, vatan sevgisi gibi şeyler iman tezahürleri olup bu hususlarda tavizkâr olmamalıdır. Allah'ı her an yanında bilmeli, içki, kumar gibi şeylerden, boş ve gereksiz işlerden uzak durmaya çalışmalıdır. Rasulullah Efendimiz güzel ahlâkın, gelmeyene gitmek, vermeyene vermek, zulmedeni affetmek olduğunu bildirdi.


# Kendi imanı konusunda kuşku içinde olmamalı

Değerli okuyucularım, kişi kendi imanı konusunda şek ve şüphe içinde olmamalıdır. Kalbe gelen bu tür vesveseler insanın imanlı olduğunun en açık göstergesidir. Kâfirin kalbine Allah'ı hatırlamak gelmez ki bu tür vesveseler gelsin...

"Sahabe-i Kiram’dan bazıları Hz. Peygamber s.a.v.’e:

- Ya Rasulallah, bazılarımız içinden öyle sesler işitiyor ki, onu (bilerek) söylemektense kömür kesilinceye kadar yanmayı veya gökten yere atılmayı tercih eder. Bu vesveseler bize zarar verir mi? diye sordular. Hz. Peygamber s.a.v.:

- Bu gerçek imandır, buyurdu." [Müslim, Ebu Davud]

Değerli okuyucularım, günahlarının çokluğuna bakarak ölümden korkmamalıdır. Hemen "tevbe" edip Rabbinin rahmetine rücu etmeli, sevaplarını artırmaya çalışmalıdır. Ölüm müminler için bir hediyedir. Ölüm hastalığının sıkıntıları ve ölüm anının acıları ise müminin günahlarına kefarettir. Ayrıca Rasulullah Efendimiz müminlerin ölüm acısı duymayacağını da bildirdi.

"Ölüm mümin için bir hediye ve bir kefarettir"

"Mümin öleceği vakit, rahmet meleklerini görür, can verme acısını duymaz. Ruhu tereyağından kıl çeker gibi, kolay çıkar, nimetlere kavuşur." [Bezzar]


# Bir insana yapılacak en büyük yardım

Değerli okuyucularım,

Günlük işlerinin telâşına kapılmış gözü başka hiçbir şeyi görmeyen sapasağlam insana da, yatağında ölümünü bekleyen hastaya da yapılacak en büyük yardım, kuşkusuz, Allahü Teala'yı anımsatmaktır. Böylece onların, maddî ve manevî alemlerin tek yaratıcısı, tek sahibi, insanoğlunun da tek Rabbi, tek meliki, tek ilahı olan Allah'ı bir kere daha hatırlamaları sağlanmış ve O'nun ulu varlığının kabulü ve O'na teslimiyetleri ile imanları tazelenmiş olur. Bu teslimiyete, "İslam", bu inanca da, "Tevhid İnancı" denir. Tevhid inancı, imanın temel esasıdır. "Lâilahe illallah" sözleriyle ifade edilir. Bütün peygamberler, bunun için gönderildiler. Bütün Kur'an, bu temel gerçekliğin vurgularıyla doludur. Rabbimizin en sevdiği şey, bu gerçekliğin kalben kabul ve onaylanmasıdır. En sevmediği şey ise bu temel gerçekliğin inkârıdır, yani küfürdür. Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz:

"Benim ve diğer Peygamberlerin dediği en üstün şey, Lailahe illallah sözüdür." [Tirmizi] buyurdu.

Rabbinin inanç ve zikrini sevgi ile kalbine yerleştiren insan, elbette ondan gelen diğer her şeyi de aynı muhabbetle kabul edecek ve onaylayacaktır.

Daha önceki yazılarımda da belirtmiştim, aslında, içinde yaşadığı düzeni doğru şekilde kavrayabilen her insan için, yaşadığı bu düzenin bir yaratıcısı ve sahibi olduğunu kabul etmek, mantıkî bir zorunluluktur. Ancak burada esas olan aklın değil, kalbin onayıdır.

Değerli okuyucularım, ilahi düzen içindeki diğer bütün varlıklar gibi, insanın da, doğuştan gelen fıtratı değişmez.


# İnsanın fıtratını yalnız iman değiştirir

Yapılan araştırmalar, beyin sapının otomatik hayatı, beynin bazı bölümlerinin pratik hayatı, diğer bazı bölümlerinin de teorik hayatı yönettiğini göstermektedir. İnsanlar, daha aktif olarak kullandıkları bu bölümlere göre bir kısmı pratik (nefsî), bir kısmı teorik (aklî) tipler olarak başlıca iki büyük gruba ayrılmaktadırlar.

Nefsî tipler, her işte nefislerinin arzularını esas alan, pratik tiplerdir. Canları ne isterse, onu yaparlar. Bedenen çalışmak, yemek, içmek, gezmek için yaratılmış tiplerdir. Her soruna, anlık çözümler üretirler. Hareketli iş hayatları gereği dikkatleri daima dışa dönüktür. Her şeyle ilgileniler. Her şeyi merak ederler. Buna karşılık aklî tipler, her şeyde mantıklı düşünceyi esas alan, teorik tiplerdir. Her şeyi, en küçük ayrıntılarına kadar düşünerek, planlıyarak yapmaya çalışırlar. Bütün işlerinde tertipli ve düzenlidirler. Her davranışları, hesaplı ve ölçülüdür. Bu iki tip insanı kapı önünde ayakkabı çıkarışlarından bile ayırt edebilirsiniz.

Değerli okuyucularım, insanların bu mizaç özellikleri, ölünceye kadar hiç değişmez. Bu özellikleri değiştiren tek şey, "iman"dır. Yani insanın fıtratı ancak iman ile değişir. Çünkü imandan önce, nefsî tipler hep nefislerinin arzularına, aklî tipler ise hep mantalitelerine tabi oldukları halde, imandan sonra, biri nefsinin arzularını, diğeri aklını bir tarafa bırakarak, her iki tip de peygamberler tarafından tebliğ edilen "naklî esaslara" uymaya başlarlar.

Daha somut bir anlatımla, meselâ nefsî tipler, benmerkezli olduklarından kendilerinden başka hiç kimseyi düşünmez iken, imandan sonra daha özgeci bir hale gelirler. Çünkü Rasulullah Efendimiz:

"Kendisi için sevdiği şeyi, komşusu veya arkadaşı için sevmeyen mümin değildir." [Müslim]

buyurmuştur. Böylece iman, insanı, daha düşünceli bir hale getirir. Onun için hadis-i şerifte:

"Akıl, imandandır." [Beyheki] buyruldu.

Aklî tiplerin ise içe dönüklükleri sebebiyle genellikle sözel iletişimleri yetersiz, sosyabiliteleri zayıftır. Bunlar, imanla, Rabbimizin tavsiye ettikleri insani ilişkileri yaşamak zorunda kaldıkları için zamanla daha sosyal bir hale gelirler.


# Son nefeste iman, bir fayda vermez

Kısaca, "iman", insanı Allahü Teala'nın eğitimine sokarak, nefsî tipleri de, aklî tipleri de yüksek insanî değerlerle donatan naklî esaslar"la yükümlü kılar. Onun için Rabbimiz, yarattığı her canlılın ihtiyacını O karşıladığı ve hiçbir canlının kulluğuna ihtiyacı olmadığı halde, imana, Kendisine inanılmasına ve Kendi ahkâmına tabi olunmasına çok önem vermiştir. Ancak son nefeste, manevî alem, yani ahıret halleri ve kâfirlere yapılacak azaplar ölüm hastasına gösterildikten sonraki iman, artık hiçbir fayda sağlamaz. Ayet-i kerimede:

"Ama, Bizim şiddetli azabımızı görüp de öyle inanmaları kendilerine fayda vermedi." [Mümin, 85] buyruldu.

İman, can boğaza gelmeden olmalıdır ki insan, onun, dünyada da ahırette de bir faydasını görebilsin.

Değerli okuyucularım,

Küfürden dönüş için ölümü beklememelidir. Küfürden dönüşün tevbesi önce (imanın şartlarında belirtilen altı şeye) kalben inanmak sonra da bu inancını şahadet kelimesi ile insanlara duyurmakla olur. Ancak can boğaza geldikten sonra, bu iman ve ikrar kabul görmez. Ayet-i kerimelerde:

"Kötülükleri işleyip dururken, ölüm gelince; 'Şimdi tevbe ettim' diyenler ile, kâfir olarak ölenlerin tevbesi makbul değildir." [Nisa, 18]

"Firavun boğulacağı an, 'İsrailoğullarının inandığından başka ilah olmadığına inandım, artık ben de Müslüman oldum' dedi. Ona, 'Şimdi mi inandın, daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin' dendi." [Yunus, 90-91]

"Artık o çetin azabımızı gördükleri zaman, Allah’a inandık derler. Fakat o zaman inanmaları bir fayda vermez." [Mümin, 84]


# Fakat son nefeste tevbe, kabul edilir

Ancak Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz, can boğaza gelmeden, ömrün son saatlerinde bile yapılan tevbenin kabul edileceğini bildirdi:

"Can boğaza gelmediği müddetçe, kulunun tevbesini Allahü tealâ kabul eder." [Ahmed b. Hanbel, Tirmizi, İbn Mace]

"Ölümünden bir saat önce, tevbe eden kimsenin tevbesi kabul olur." [İ. Ahmed]

Fakat, değerli okuyucularım, imanı da, günahlar için yapılan tevbeyi de ömrünün sonuna bırakmamalıdır. Birçok kişi dini imanı yalnız ahıret hayatı için gerekli bir şey gibi görüyor, "Şimdi hayatımızı keyfimizce yaşayalım, sonra dinî vecibelerimizi yerine getiririz" diye düşünüyorlar. Şeytanın vesvesesi olan böyle bir düşünce insanın en büyük felaketidir. İnsanın dinî yükümlülükleri buluğa ermesi ile başlar. Kişi buluğa erdiği andan itibaren yaptığı her davranışın ve ağzından çıkan her sözün hesabını verecektir. Ayrıca Rasulullah Efendimiz:

"Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle haşrolursunuz" [Mirkâtü’l-mefâtîh] buyurdu.

O sebeple imanı, iman ikrarını ve tevbeyi asla geciktirmemelidir. İman, bütün hayırların başıdır. Kâmil bir iman da ancak Riyazet (haramlardan sakınma) ve Mücahade (ibadet ve taat) ile nefsini temizleyerek; ve Allahü tealâ'nın her an hatırlanması ile kalbini masivadan arındırarak elde edilir. İnsan günlük hayatında din-i mübini yaşamaz ise şek ve şüphelerden arınmış kâmil bir iman nasıl elde edilir? Nefsimizin sesine kulak vererek kendimizi kandırmayalım. Nefsin istekleri sonsuzdur. Bunlar bitmez. Birisini yerine getirirsin, bir başka şey ister. Onu yaparsın, bu defa da bir başka şey ister. Bu sonsuza kadar devam eder.


# Nefsine tabi olarak, imanı ve tevbeyi geciktirmemelidir

Eğer insan nefsinin bu isteklerini, Allahü tealâ'nın koyduğu kurallar ise sınırlandırmasını bilemez ise felakete sürüklenir. Bütün hayırlar insanın Rabbine teslim ve tabi olması ile ortaya çıkar. Nefsi insanın en büyük düşmanıdır. Allahü tealâ kutsî hadiste:

"Nefsine düşmanlık et, çünkü o benim düşmanımdır" buyurdu. Rasulullah Efendimiz de:

"İnsanın en kuvvetli düşmanı nefsidir, sonra çoluk çocuğu gelir." [Deylemi] buyurdu.

Nefis, çok azgındır. Bir kere insanı kendi arzuları peşinde sürüklemeye başladı mı elinden kurtuluş çok zordur. Nefsin bu kontrolsüz arzuları olmasa, kötü arkadaşlar da şeytan aleyhillane de insana fazla zarar veremezler. O sebeple insan, yaşı kaç olursa olsun, ömrünün hangi aşamasında olursa olsun, nefsinin elinde oyuncak olmamalı, bir an önce tevbe etmeli, Rabbinin rahmetine dönmelidir. Ayet-i kerimede:

"Allah katında makbul olan tevbe o kimselerin yaptığıdır ki, onlar cahillikleriyle bir kötülük işlediklerinde, acele olarak tevbe ederler. İşte Allah böyle kimselerin tevbelerini kabul buyurur." [Nisa, 17] denildi.


# Ölüm hastası, Rabbinin rahmetinden umutsuz olmamalı

Değerli okuyucularım, Allahü tealâ'ya kötü zanda bulunmamalıdır. O, yarattığı insanın en büyük dostudur. O'nun koyduğu her kural, bizlere yaptığı her teklif, koyduğu her yasak, verdiği her buyruk ve bizlerden yapmamızı istediği her ibadet ve taat, insanın iyiliği ve insanı kâmil bir varlık haline getirmek içindir. O, adildir. Rahmet, merhamet ve şefkat sahibidir. Peygamberler de dahil tüm insanlar ancak O'nun rahmetiyle kurtuluşa ererler.

Özellikle ölüm hastası Rabbinin rahmetinden umutsuz olmamalı, O'na kavuşmayı arzulamalıdır. Ölüm hastasının yanında, onu ümitsizliğe düşürecek, Rabbinin rahmetinden ümit kestirecek sözler söylememelidir.

Hadis-i kutsîde:

"Kulum, beni nasıl umarsa, onu öyle karşılarım. Öyle ise, benden hep iyilik bekleyiniz!" buyruldu. Hadis-i şeriflerde de:

"Allahü tealâdan iyilik umarak can veriniz!" [Seadet-i Ebediye]

"Bir kimse, Allahü tealâya kavuşmağı severse, Allahü tealâ da ona kavuşmağı sever" [Seadet-i Ebediye] buyruldu.

Allah'a emanet olunuz.

Dr. İsmail Ulukuş