028 İmansız ölmemek için -3-
İmansız bir kalb, ölü bir kalbdir. İman, kalbin ruhu gibidir. Kalb, imanla canlanır. İmanın nuru olan muhabbetullah (Allah sevgisi) arttıkça, kalbde, manevî bir neş'e, huzur ve sükûn hasıl olur. Bu durum, insanın bedenine, bakışlarına, sesine ve her hareketine aynen yansır. Bir televizyon sohbetinde dinlemiştim. Ses teknolojileri üzerine çalışan bir yazılım mühendisi, kendisi ile yapılan bir söyleşide, çeşitli yerlerde ses kayıt ve analizleri yaptıklarını, kalbdeki huzurun aynen insanın sesine de yansıdığını, hac farizasını yerine getiren kişilerle, stresli ortamlarda bulunan huzursuz kişilerin ses değerlerinin farklı çıktığını anlatmıştı. Kalbe bu huzuru veren Allahü Tealâ'nın anılması, O'na güvenilmesi, O'na teslim ve tabi olunmasıdır. Böyle kalbi huzurlu zikir ehli kişilerin, her ne kadar bedenleri halkla beraber ise de, kalbleri her an Hak iledir. Ayet-i kerimede: "Kalbler ancak Allah'ı anmakla, huzura kavuşur." [Rad, 28] buyruldu.
Değerli okuyucularım, Kalbde imanı zayıflatan her olgu, imansız gitmeye neden olan bir etkendir. İmam-ı a'zam hazretleri, imanın, dil ile ikrar, kalb ile de tasdik olduğunu, imanda azalma, çoğalma olmayacağını ifade etti. Halbuki ayet-i kerimelerde: "Bir sure inince, aralarında 'Bu, hanginizin imanını artırdı?' diyen ikiyüzlüler vardır. İnananların ise imanını artırmıştır." [Tevbe, 124] "İnananlar ancak o kimselerdir ki, ... Allah’ın ayetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını artırır." [Enfal, 2] buyruldu. O halde azalan çoğalan nedir? Azalan çoğalan imanın nuru olan Allah sevgisi ve korkusudur. Sevgi, kalbî bir bağlılıktır. İnsan Rabbine inanarak O'nu sevdiği zaman, kalbinde O'nunla ilgili her şeye karşı bir sevgi hasıl olur. Hatırlayacaksınız, geçen yazılarımdan birinde, Allahü Tealâ ile ilgili olup O'nu hatırlatan şeylere "şeairullah" dendiğini, bunların yeryüzünde Allahü Tealâ'nın nişanları olduğunu belirtmiştim. İşte bu nişanların en önemlileri, Kur'an, Allah'ın Elçileri ve müminlerdir. İlahi rahmet, onlar vasıtasıyla dünyaya yayılır.
İnsanın en büyük dosları, "Allah" (c.c.) ve O'nun yeryüzündeki nişanları olan "Peygamberler" ve "Müminler"dir. Çünkü onlar onu hayra götürmeye ve ebedî bir ateşten kurtarmaya çalışırlar. Bunun için de hiçbir ücret ve karşılık beklemezler. Ayet-i kerimede: "Sizin asıl dostunuz Allah'tır, O'nun Resulüdür ve ... müminlerdir." [Maide, 55] buyruldu. Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz de: "... Ben, sizi tutuyor, ateşe düşmenize engel oluyorum. Sizler ise, ellerimden kurtulup ateşe düşmeğe çabalıyorsunuz!" [Buhari, Müslim] buyurdu. Onları sevmek ve sevdiğini yalnız Allah rızası için sevmek en önemli iman belirtisi olduğu gibi, onların düşmanı olan kafirleri sevmemek ve sevmediklerine yalnız Allah rızası için düşmanlık etmek de aynı şekilde önemli bir iman belirtisidir. Buna İslam literatüründe "Hubb-i fillah, Buğd-i fillah" (Allah için sevmek, Allah için düşmanlık etmek) denir.
Hadis-i şeriflerde: "İmanın en sağlam temeli ve en kuvvetli alâmeti, hubb-i fillah, buğd-i fillahtır." [Ebu Davud] "İmanın temeli müslümanları sevmek ve kafirleri sevmemektir." [İ.Ahmed] "Cebrail aleyhisselam gibi ibadet etseniz, müminleri, Allah için sevmedikçe ve kâfirleri Allah için kötü bilmedikçe, hiçbir ibadetiniz, hayrat ve hasenatınız kabul olmaz!" [Ey Oğul İlmihali] "İmanın efdali Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, diliyle de Allahı anmak, kendisine hoş geleni, başkasına da hoş görmek, istemediği bir şeyi başkası için de istememek, hayır konuşmak veya susmaktır." [Taberânî] buyruldu. Değerli okuyucularım, görülüyor ki, hubbi fillah ve buğdi fillah, yani sevdiklerimizi sırf Allah rızası için sevmek, sevmediklerimize de yalnızca Allah rızası için düşmanlık etmek, sağlam ve kâmil bir imanın en önemli göstergelerinden biridir. O sebeple, imansız ölmemek için, Allah rızası için sevmeli, Allah rızası için düşmanlık etmelidir. Sevgi ve düşmanlıklarımızda ölçü olarak, nefsimizin heva ve arzularını, kişisel çıkarlarımızı esas almamalıdır. Bu konuda doğru ölçü, Allah'ın ahkâmı ve rızası olmalıdır. İnsan, nefsinin istekleriyle hareket ederse, hep yanılır. İnsanın nefsi, hem kendisinin hem de Allah'ın en büyük düşmanıdır. Ve daima kötülüğü emreder. Nefsine tabi olanlar sıkıntılardan kurtulamazlar.
Değerli okuyucularım, İnsanların huzur, sükûn ve ebedî bir mutluluktan, kısaca hidayetten mahrum kalmalarının sebebi, "dünya hayatını sevmeleri"dir. Bu durum, Kur'an'da şöyle ifade ediliyor: "...onlar, dünya hayatını sevmiş ve onu ahırete tercih etmişlerdir. Allah da kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez." [Nahl, 107] İnsanların kurtuluşunun sebebi ise "iman"dır. Ayet-i kerimede: "Hiç şüphesiz iman edip salih ameller işleyenleri, imanlarından dolayı Rableri hidayete erdirir." [Yunus, 9] buyruldu. Dünya hayatına düşkünlük, dünya hayatını sevmek ve onu ahırete tercih etmek, insanı, en büyük gerçeklik olan Cenab-ı Hakk'ı inkara (yani küfre) sürüklediği gibi, bizler gibi Allah'a inanan insanlarda da imanı zedeleyen, imanı zayıflatan ve onu fesada uğratan, en önemli sebeplerden biridir.
Dünya sevgisi, kalbin en ciddî manevî hastalıklarından biridir. Dünya zevklerine kendini kaptıran insan, çoğu zaman, dünya hayatının küçük menfaâtleri için, yalan söylemekten, hile yapmaktan, insanları aldatmaktan çekinmez. Yalancılık, dolandırıcılık, sahtekârlık, hilekârlık, üçkâğıtçılık hep bu dünya hayatına düşkünlük sebebiyledir. Bu tür davranışlar, çoğu zaman, Allah'a inanmayan, hesaba çekileceğine ve hakkın birgün mutlaka tecelli edip yaptığı işin cezasını bulacağına inanmayan insanlardan ortaya çıkar. Bir başka ifade ile, yalanın dolanın ana sebebi, iman zayıflığıdır. Ayet-i kerimede: "Yalanı ancak Allah'ın âyetlerine inanmayanlar uydurur." [Nahl, 105] buyruldu. Hazret-i Aişe validemiz, “Eshab-ı kiram indinde yalandan daha kötü bir şey yoktu. Çünkü, yalanla kâmil imanın bir arada bulunmadığını bilirlerdi” buyurdu. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Üç şey vardır ki, bunlardan biri kimde bulunursa, namaz kılsa da, oruç tutsa da münafıktır. Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, kendisine verilen emanete hıyanet eder." [Buhari, Müslim, İmam Suyuti]
"Hatâların en büyüğü, yalan konuşmaktır." [Hutbetur Resul] "Bir müminin kalbi doğru olmayınca, imanı doğru olmaz. Dili doğru olmayınca da kalbi doğru olmaz."
Safvân İbnu Süleym radıyallahü anh anlatıyor: Değerli okuyucularım, görülüyor ki imanı fesada uğratan en şiddetli zehir, yalandır. Yalan, hakkı inkâr, gerçeği ters yüz etmektir. Yalan bu kadar kötü bir davranış olduğu halde, şaşılacak bir şeydir ki, birçok durumda, yalancılığın sebebi, küçücük dünya menfaatleri sağlamaya çalışmaktır. Halbuki bunun için yalana gerek yoktur. Çünkü Allahü Tealâ hazretleri, dünyayı isteyene dünya nimetlerini, ahıreti isteyene de onu vereceğini açık açık bildiriyor: "Ahiret kazancını isteyenin kazancını artırırız; dünya kazancını isteyene de ondan veririz; ama ahirette bir payı bulunmaz." [Şura, 20]
İlim konusunda Allahü Tealâ, kulları arasında fark gözetmez. İsteyene verir. Ama rızk konusunda durum böyle değildir. Allah (c.c.), malı mülkü, yalnız kendi dilediği kimselere verir. Dilediğinin rızkını genişletir, dilediğinin de daraltır. "Allah dilediğinin rızkını bollaştırır da daraltır da. Onlar dünya hayatıyla şımardılar. Halbuki ahiretin yanında dünya hayatı, geçici bir faydadan başka bir şey değildir." [Rad, 26] Değerli okuyucularım, gerçeği ters yüz edip, hakkı çarpıtmanın bir başka biçimi de "Riya"dır. Riya, içindekini dışa farklı yansıtmak, özü sözü bir olmamaktır. Bir başka ifade ile, riya, olduğundan başka görünmek, işleri Allah rızası için değil de gösteiş için yapmak, iki yüzlü olmak demektir ki imanımızı zedeleyen, onu fesada uğratan şeylerden biri, belki de en önemlisidir. Rasulullah (s.a.v) Efendimiz riya için: "Riya, küçük şirktir." [Taberani] buyurdu. O sebeple, imansız ölmemek için, imanımızı zedeleyen, onu ifsad eden, çürütüp yok eden bu iki manevî hastalıktan, yani yalan ve riyadan her zaman uzak olmalıdır. Bazı kişilerde, yalan, riya ve gösterişin bir alışkanlık haline geldiğini, sık sık tekrarlandığını görüyoruz. Bu, çok tehlikeli bir şeydir. Böyle kişilerin son nefeslerinde imanlarını korumaları çok zordur.
Değerli okuyucularım, İmansız ölmemek için yapılması gereken şeylerden biri de büyük günahlardan uzak durmaktır. Her günahtan uzak durmaya çalışmalıdır. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz: "Ufacık bir günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların ibadetleri toplamından daha iyidir." [R. Nasıhin] buyurdu. Ayet-i kerimelerde de: "Günahın açığını da gizlisini de bırakın. Günah kazananlar, kazandıklarına karşılık şüphesiz ceza göreceklerdir." [En'am, 120] "Allah, günahta ve inkârda direnen hiç kimseyi sevmez." [Bakara, 276] buyruldu. Değerli okuyucularım, nefis taşıyan biz aciz kullar için her günahtan uzak olabilmek elbette kolay birşey değildir. Burada önemli olan, kişinin, Rabbine olan sadakatinde samimi olması, kendi davranışlarını denetim altında tutması, herhangi bir günah işlediği zaman tevbe edip Rabbinden af ve mağfiret dileyerek tekrar Rabbine dönmesidir. İslam, kişinin Yaratan'ına inanıp güvenmesi ve O'na teslim olmasıdır. İman ve teslimiyet tam olursa, Allahü Tealâ, kişinin, küçük günahlarını çeşitli vesile ve bahanelerle bağışlar. Hiç kimseye taşıyamıyacağı yük yüklenmez. Küçük günahlardan kaçınılamasa bile hiç değilse büyük günahlardan uzak durmaya çalışmalıdır. Ayet-i kerimelerde müminlerin nitelikleri anlatılırken: "Onlar büyük günâhlardan ve çirkin işlerden kaçınırlar; kızdıkları zaman da, bağışlarlar." [Şura, 37] "Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz." [Nisa, 31] buyruldu.
Pek değerli okuyucularım, ibadetler, Allahü Tealâ'yı ve O'nun bizlere bahşettiği nimetleri anmaya vesile olarak bizleri Rabbimize yaklaştırdığı gibi, haramların işlenmesi, dinin yasak ettiği işlerin yapılması, yani günahlar da bizleri Rabbimizden uzaklaştırır. Her günah, imanımız için bir zehirdir. Bunun panzehiri de tevbedir. Rasulullah Efendimiz: "Günah işleyince kalbde siyah bir nokta hâsıl olur. Eğer tevbe edilirse o leke silinir. Günahlara devam edilirse, o leke büyür ve kalbinin tamamını kaplar." [Nesai] buyurdu. Kalbin kararması, zamanla kalbin ölmesine, yani kişinin imanını yitirmesine sebep olur. Tekrarlanan her davranış, zamanla "alışkanlık" haline gelir. Bu tekrarlar sürerse, alışkanlıklar, vazgeçilemeyen "tutku"lar biçimine dönüşür. Büyük günah olan davranışların böyle alışkanlıklar haline gelmesi, bir kişi için felakettir. Böyle bir kişi, iman sahibi olsa bile, kalbi, küfür ehlinin kalbi gibi sürekli huzursuzdur. İçki, sigara gibi doğrudan enerji metabolizmasını etkileyen alışkanlıklarda ise fizyolojik bir bağımlılık oluştuğundan bunların terki daha zordur. Çünkü ortaya çıkan enerji açığı sebebiyle, bunların terki halinde, kişi, saatler içinde "bunalım"a girer. Kişi, bu bunalımlı zamanlarda, enerji metabolizmasını takviye edecek Glukoz, Proteinler, B ve C vitaminleri, P, sitrik ve malik asit yönünden zengin unlu ürünler, bal, yumurta, mercimek çorbası, kuru fasulye, elma, portakal gibi besinlerle beslenir ve bunu birkaç gün sürdürürse, profesyonel yardım almadan da kolaylıkla bu alışkanlıkları bırakabilir. Bağımlıların çoğu, bu birkaç günlük sıkıntıyı göze alamadıkları için bırakamamaktadırlar. Üstelik hayatlarını mahvetmek pahasına... Gerçekte bütün mesele, bu alışkanlıkları terketmeyi kalben samimiyetle istemektir.
Değerli okuyucularım, büyük günahlar, "Ebedi mutluluğun altın kuralları" adlı makalemde verilmiştir. Kişi, büyük günah işlemekle dinden çıkmaz. Dinden çıkmak, imanını yitirmek, küfre düşmek demektir. Rasulullah Efendimiz: "Lailahe illallah diyene, işlediği günahlardan dolayı kâfir demeyiniz! Buna kâfir diyenin kendisi kâfir olur." [Buhari] "Büyük günah işleyen her mümine şefaat edeceğim." [Nesai, Tirmizi] buyurdu. Fakat büyük günah işleyenin imanı çok zayıflar. Tevbe etmezse, büyük günah işleyen kişide, imanın nuru olan Allah sevgisi ve korkusu yok olur gider. Hele ibadetlerden de uzak ise, zamanla, dinî değerleri önemsemez ve Rabbini tanımaz olur. Bu da insanı küfre götürür. O sebeple kişi, büyük bir günah işlediyse, hemen tevbe etmelidir. Eğer nefsi ile başedemiyorsa en azından ibadetlerini terk etmemelidir. Böylece hiç değilse ibadetlerinin sevabı, yaptığı kötü işin günahını karşılamış olur. Rasulullah Efendimiz: "Bir günah işlediğin zaman hemen arkasından bir iyilik yap, bir sevap işle ki o günahı mahvetsin!" [Beyheki] buyurdu. Böylece o kişi, yaptığı ibadet ve iyiliklerin bereketiyle, zamanla, o günahlardan kurtulur. Bunun birçok örneği vardır. İnsan, çeşitli günahlar içinde, hiçbir nedamet duymaksızın ölüme gitmemelidir. Allah'a emanet olunuz. Dr. İsmail Ulukuş
| ||