023  Ahırete inanmak, kâmil bir imanın şartlarındandır


Değerli okuyucularım,

Kâmil bir imanın şartlarından biri de ahıret gününe inanmaktır. Ayet-i kerimede:

"Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, şüphesiz derin bir sapıklığa sapmıştır." [Nisâ, 136] buyruldu.

Rasulullah (s.a.v.) Efendimizin, amentü olarak bilinen ve her müslümana ezberletilen meşhur Hadis-i şerifinde de:

"Ben Allah’a ve meleklere ve kitaplara ve peygamberlere ve ahiret gününe ve kadere, hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna ve ölüme, öldükten sonra dirilmeye iman ettim." [Buharî, Müslim, Nesai] buyruldu.

Öyle olduğu halde, birçok müslüman kardeşimiz de dahil, insanların çoğunda ahıret inancı konusunda tereddütler vardır. Şimdi bu sözlerimi okuyunca bana, "Kalblerini mi yarıp baktın, nereden biliyorsun?" diye soracaksınız. Bu güçsüz size değerli bir arkadaşımın bir sözü ile cevap vereceğim: "İnsanlar ahırete inanmaları gerekenin %10'nu kadar samimiyetle inanmış olsalar idi acaba şu dünyada herhangi bir kötülük olur muydu?"


# Allah ve ahıret inancı birlikte vurgulanıyor

İnsanoğlunun ahıret inancındaki bu gevşeklik nedeniyle olmalı, Allahü Tealâ kitabında onu sık sık kendi ismi ile birlikte vurgulamıştır.

"İşte bu, içinizden Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere verilen bir öğüttür." [Bakara, 232]

"İnsanlardan öyleleri de vardır ki, inanmadıkları halde, Allah'a ve ahiret gününe inandık, derler. " [Bakara, 8]

"..her kim Allah'a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve salih amel işlerse elbette Rabbleri katında bunların ecirleri vardır." [Bakara, 62]

Kur'an-ı kerimde ahıret yurdundan, ahıret hayatından bahseden yüzlerce ayet vardır. Bir Kur'an çevirisinin indeksine baktım; 160'a yakın yerde ahıretten söz edildiğini gördüm. Durum böyle iken, ahıret inancındaki bu gevşekliğin sebebi nedir? Bunun en önemli sebebi, sanıyorum, Allahü Tealâ'yı yeterince bilmemek ve O'na bütün sıfatlarıyla tam olarak inanmamaktır.

Allah (c.c.), mutlak bir varlıktır. Varlığı akılla ve nakille (kitaplarında kendini tanıtmasıyla) bilinir. Yarattığı bu maddî âlemdeki canlıların görme mekanizmalarıyla görülemez. Çünkü bu mekanizmalar yalnız maddî âlemde çalışacak şekilde düzenlenmiştir. O'nun yarattığı bütün görünür ve görünmez âlemler, O'nun yaratması, yönetmesi, başlatması, sonlandırması, değiştirmesi, geliştirmesi, gerekli güç ve kuvveti sağlaması ile ayakta duran, izafi, gelip geçici varlıklardır. Dilediğini sonsuza kadar ayakta tutar.

"O her şeyden öncedir; kendisinden sonraya hiçbir şeyin kalmayacağı son'dur." [Hadid, 3]


# Yaratan, benzerlerini tekrar yaratmaktan aciz mi?

Allah (c.c.), her şeyin yaratıcısıdır. Her şeyin sahibidir. Her varlığı ayakta tutan O'dur. Her varlığa gücünü, kuvvetini, enerjisini veren O'dur. O, gizli açık her şeyi bilir. Yaratılmış âlemler üzerindeki tek egemen, O'dur. Yarattığı hiçbir şeye benzemez. Bütün kâmil sıfatlar O'nundur. O, bütün eksiklik ve kusurlardan uzaktır. O'nun her şeye gücü yeter. Yaratmaktan yorulmaz. Uyumaz, uyuklamaz. Dilerse yarattığı her şeyi yok edip tekrar yaratır.

"Allah, her şeyin yaratıcısıdır." [Zümer, 62; Mümin, 62]

"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur." [Bakara, 255]

"Bütün varlığı ayakta tutan O'dur." [Bakara, 255]

"Allah, her şeyi bilir." (Hucurat, 16)

"Allah'ın herşeye gücü yeter." [Tevbe, 39; Hud, 4; Furkan, 54; ...]

"sizi güçsüz olarak yaratır, sonra size kuvvet verir." [Rum, 54]

"Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır." [Şura, 49]

"Güneşi, ayı, yıldızları, hepsini buyruğuna baş eğdirerek var eden Allah'tır. Bilin ki yaratma da emir de O'nun hakkıdır." [Araf, 54]

"Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız, Allah ise müstağnidir, övülmeğe layık olandır. Dilerse sizi yokeder, yeniden başkalarını yaratır. Bu, Allah'a göre zor değildir. " [Fatır, 15-17]

"Gökleri ve yeri yaratan Allah'ın, onların benzerlerini de tekrar yaratmaya Kadir olduğunu görmezler mi?" [İsra, 99]

"Biz ilk yaratmada acizlik mi gösterdik? Doğrusu, onlar yeni bir yaratılıştan şüphe içindedirler." [Kaf, 15]

Değerli okuyucularım, o sebeple her şeye gücü yeten Ulu Allah'ın her şeyi yeniden yaratması konusunda en küçük bir kuşku içinde olmamalıdır. O dilerse içinde yaşadığımız ve kurallarını kendi koyduğu bu düzeni yok eder. Yepyeni kural ve ölçülerle yepyeni bir âlem yaratır. Bu da O'nun için hiç zor değildir.


# Görmezlikten gelmek, gerçeği değiştirmez

Değerli okuyucularım,

Ululuk, kudret, ilim ve hikmet sahibi olan Yaratan'ı yaratılmışlardan ayıran en önemli niteliklerden birisi, kuşkusuz, O'nun Kıdem ve Beka sıfatlarıdır. Bakî olan yalnız Allah (c.c.)'tır. Yaratılmış olan her şey, fanidir. En kalıcı sanılan şeyler bile, zaman içinde çeşitli etkilerle aşınır, erir, yok olur gider. Yıldızlar söner, dağlar tepeciklere dönüşür, koca koca kayalardan yapılmış binalar harabelere döner, arabalar hurdalıklarda yerini alır. Materyalist felsefenin evreni ebedî sanmasının hiçbir bilimsel ve mantikî gerekçesi yoktur. Bu, tamamen dayanaksız bir varsayımdır. Aksine bütün bulgular, evrenin ve evrendeki her şeyin fani olduğunu göstermektedir. Her şeyin başı, ortası, sonu vardır. Her şeyin nasıl ve ne gibi etkilerle ortaya çıkacağını, nasıl ayakta kalacağını, nasıl ve ne gibi etkilerle son bulacağını belirleyen Allahü Tealâ'dır. O, sebeplerin sebebidir.

Bu çevrimin en açık ve belirgin şekilde gözlendiği nesneler ise, canlılardır. Her canlı doğar, yaşar ve ölür. Bunun şimdiye kadar tespit edilmiş hiçbir istisnası yoktur. Herkes buna tanıktır. Öyle olduğu halde, insanoğlu doğum ve hayat gerçeğini sevinçle karşıladığı halde, ölüm gerçeğini bir türlü kabullenmek istemez. Hep görmezlikten gelir. Her zaman dikkatimi çekmiştir: Aile meclislerinde ne zaman söz ölüme gelse, insanlar, "kalblerimiz karardı" diyerek konuşmaların yönünü değiştirmeye çalışırlar. Hiç kimse ölümden konuşulmasını istemez.

Değerli okuyucularım, kuşkusuz, görmezlikten gelmek, hiçbir gerçeği değiştirmez. Ayet-i kerimede:

“Kendisinden kaçtığınız ölüme mutlaka yakalanacaksınız” [Cuma, 8] buyruldu.


# Ölüm, her canlı için mukadder bir sondur

Ölüm, her canlı için mukadder bir sondur. İnsan için de ahıret hayatının başlangıcıdır. Ondan söz etmemeye çalışmak, onu görmezlikten gelmek bu kesin olguyu hiç değiştirmediği gibi insanı gaflete sürüklemekten başka da hiçbir işe yaramaz. Aksine ölümü çok hatırlamalı, kendisine yaşadığı hayatın hesabının sorulacağı hesap gününe hazırlıklı olunmalıdır. Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz:

“Şu kişiye şaşılır ki, o dünyaya talip, ölüm de ona taliptir.” [Ebu Nuaym]

"Lezzetleri yok eden, ağız tadını bozan, ümitleri kıran ölümü çok anın!" [İ. Hibban]

"Ölümü anmak, günahlardan korur ve dünyadan alıkoyar." [İbni Ebiddünya]

"Hergün yirmi kere ölümü düşünen kimse, şehitlerin derecesine yükselir." [İ.Gazali]

"Ölümü çok hatırlayın, ölümü çok hatırlayanın kalbi ihya olur, ölümü de kolaylaşır." [Deylemi]

“Ölümü anmak, sadaka vermek gibi sevaptır.” [Deylemi]

“Demir paslandığı gibi, kalbler de günahla paslanır. Kalblerin cilası ölümü çok hatırlamak ve Kur’an-ı kerim okumaktır” [Beyheki] buyurdu.


# Kalbin dünyaya bağlılığı, ölümü unutturmamalı

Değerli okuyucularım, kalbin dünyaya bağlılığı, sudaki oksijen ve hidrojenin birbirlerine bağlılıklarına benzer. Bu bağlılık o kadar kuvvetlidir ki, insan, bu dünya sevgisinin kendisini ne büyük felaketlere sürüklediğinin farkında bile olmaz. Bunu ancak nefsini tanımaya başladıktan sonra farketmeye başlar. Onun için nefsini tanımak, Rabbini tanımanın başlangıcıdır. Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz:

"Nefsini tanıyan Rabbini tanır" [İmam-ı Münavi, Deylemi] buyurdu.

Nefsini bilmenin başlangıcı ise, Allah için kalbdeki dünya arzularına gem vurmaya başlandığı andır. Yani imanın başlangıcı. Onun için birçok insan farkında olmasa da "iman", hayat iksiri gibidir. İman, kişinin kalbindeki dünya sevgisini söker atar. Onun yerine, herşeyini kendisine muhtaç olduğu Rabbinin sevgisini yerleştirir. Bu ışık kalbde parlamaya başlamadan önce, kişi, hiçbir şeyden ibret almaz. Söz dinlemez. Öğüt, etki etmez. Kendi heva ve arzularını ilâh edinmiş insanlara, ne hasta ziyaretinin, ne de cenaze arkasından gitmenin bir faydası olmaz. Bir yakını ölmüş olsa ve cenazesine katılsa, cenaze defnedilirken bile o arsa alışverişi konuşur. Dünya ile kalb arasındaki bu kuvvetli bağları koparmak, öyle kolay birşey değildir. Zaten kalbinden bu bağları söküp attığı zaman, insan, kâmil bir imanın da sahibi olur.

Ancak Allah (c.c.), kalbinde zerre kadar iman olanın yardımcısıdır. Böylece insan, Rabbini zikretmek, ölümü çok hatırlamak ve Kur'an okumakla, kalbindeki bu sevgiyi hızla büyütür. Bu da, kalbde, O'ndan başka her şeyin (yani masivanın, dünya bağlılıklarının, nefsî arzuların) değersizleşmesini, zamanla da yok olup gitmesini sağlar.

Allah (c.c.) bizleri, ölümden ibret alan ve ahıreti için gerekli hazırlıkları yapanlardan eylesin.

Dr. İsmail Ulukuş