022  Rasulullah'a uymak herkese farzdır


Değerli okuyucularım,

Peygamberlerin hepsinin Allahü Tealâ tarafından gönderildiğine ve onların Allahü Tealâ tarafından bizlere bildirdikleri bütün bilgilerin hak (doğru ve gerçek) olduğuna inanmak herkes üzerine farzdır. Ayet-i kerimede:

"Peygamber ve inananlar, ona Rabb'inden indirilene inandı. Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı." [[Bakara, 285] buyruldu.

Peygamberler, ilahî rahmetin tecelli kaynaklarıdır. Bu rahmetten yeryüzündeki hiçbir topluluk mahrum bırakılmamıştır:

"Allah'a andolsun ki senden önceki milletlere de elçiler gönderdik;" [Nahl, 63]

"Hiçbir ümmet de yoktur ki, içlerinden bir uyarıcı geçmiş olmasın." [Fatır, 24]

Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz, peygamberlerin sonuncusudur.

"Muhammed içinizden herhangi bir adamın babası değil, Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir." [Ahzab, 40]


# İlahi rahmet, kıyamete kadar devam eder

Ancak ilahî rahmet onunla son bulmamıştır. Onun varisleri olan evliyaullah ile devam ediyor ve kıyamete kadar da sürecektir. Bu rahmet, Rasulullahın varisleri olan âlim ve evliya ile Allah'ın salih kullarına, onlar aracılığıyle de tüm insanlara ulaşmaktadır. Rabbül alemin, bu rahmetinin daha hızlı yayılması ve daha çok insana ulaşması için son yıllarda akıl, bilgi ve beceri sahibi kulları eliyle, telefon, telgraf, televizyon, bilgisayar, internet, cep telefonu, gazete ve dergiler, haber portalları ve diğer akıllı medya unsurları gibi yüzlerce araç yaratmıştır. Ve Kur'an ayetleri, Hadisler, Dualar, Dini sohbetler bu yollarla en ücra köşelere kadar ulaşmaktadır. Herkes peygamberlerin getirdiği ilahî hükümlerden, güzel ahlâktan, yaptıkları ve yapacakları işlerinin Allah (c.c.) yanındaki ödül ve cezalarından haberdar olmaktadır.

Böylece artık hiç kimsenin "Bana herhangi bir uyarıcı gelmedi. Haberim yoktu." gibi bir bahanesi kalmamıştır.

"Peygamberleri müjdeciler ve azab habercileri olarak gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın." [Nisa, 165]

İnsanların artık yan çizmek, din-i mübini görmemezlikten gelmek gibi bir mazeretleri yoktur.


# Allah ile elçilerinin arasını ayırmak isteyenler

Değerli okuyucularım, hadisler, Kur'anı açıklayan, Rasulullah'a ait söz ve davranışlardır. Kur'an-ı kerimde kapalı kalan kısımlar, Rasululllah tarafından açıklanmış; onun söz ve davranışlarında kapalı kalıp tam anlaşılamayan kısımlar da Sahabe-i kiramın ortak uygulamaları ve bilginlerimizin içtihatlarıyla açıklığa kavuşmuştur. Bunlar bir bütün olarak "İslam"ı oluşturur. Zamanımızda "Kur'an bize yeter, başka bir şeye gerek yok" diyenler çıkıyor. Bu tür, "Biz Kur'andan başka kaynak tanımayız" diyenler, gerçekte, Hakkı örten, Kur'anı kendilerince yorumlayarak nefislerinin arzu ve heveslerince yaşamak isteyen kişilerdir. Nefsine uyanlar, sıkıntılardan kurtulamaz.

Allahü Tealâ, kendisi ile peygamberlerini ayırıp küfürle iman arasında bir yol tutmak isteyenleri bakın nasıl uyarıyor:

"Onlar ki Allah'ı ve elçilerini inkâr ederler, Allah ile elçilerinin arasını ayırmak isterler, 'Kimine inanırız, kimini inkâr ederiz!' derler; bu ikisinin (imanla küfrün) arasında bir yol tutmak isterler. İşte onlar gerçek kâfirlerdir." [Nisa, 150-151]

"Allah'a ve peygamberlerine iman edenler ve onlar arasında ayırım yapmayanlara (Allah) pek yakında mükafatlarını verecektir." [Nisa, 152]


# Peygamberlere tabi olmak herkese farzdır

Peygamberlerin ve onların bize Allahü Tealâ'dan ulaştırdıkları her bilginin doğru ve gerçek olduğuna inandıktan sonra onlara tabi olmak da herkes üzerine farzdır. Çünkü peygamberler, vahiyle hareket eden, doğru sözlü, sözü özüne uygun olan ve Allahü Tealâ'dan bizlere bildirdikleri her ahkâmı bizzat yaşayan ve yaşatan kişilerdir. Onlar Allahü Tealâ'nın bizlere öğretmek istediği "doğru yaşama biçimi"ni bizzat kendileri yaşayan, kendi zamanlarındaki en iyi insan örnekleridir. O sebeple onlara ve onların son temsilcisi olarak Rasulullah Efendimize inanmak, onu sevmek, ona tabi olmak, onu örnek almak, onun gibi yaşamak herkes üzerine farzdır. Ayet-i kerimelerde:

"Ona uyun ki, doğru yolu bulasınız." [Araf, 158]

"Rasule itaat eden Allah’a itaat etmiş olur." [Nisa, 80]

"Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan sakının" (Haşr, 7)

"De ki, siz gerçekten Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın." [Âl-i İmran, 31] buyruldu.


# Rasulullah'ı ve müminleri sevmek imandandır

Değerli okuyucularım,

Sevgiler, kalbî bağımlılıklardır. Bu sevgiler önce basit ilgilerle başlar. Sonra zamanla muhabbete dönüşür. Daha sonra da tutku ve bağımlılıklar oluşur. Kalbteki bu tutku ve bağımlılıklar, sevilen şeye bambaşka bir değer katar. Sevgi ne kadar çoksa, sevilen şeydeki değerlenme de o kadar çok olur. Sevdiğinin gözünde sevileni paha biçilmez hale getirir. Onun için Hz. Mevlâna "Sevgi ile bakır altınlaşır." buyurdu. Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz de sevgiyi kâmil bir imanın temeli olarak gördü ve:

"İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe gerçekten iman etmiş olamazsınız" [Müslim, Ebu Davud, Tirmizî] buyurdu.

Sevgi ile oluşan bu değerlerin çoğu zaman aklî ve bilimsel bir açıklaması yoktur. Çünkü bunlar, değer yargılarıdır. Tamamen kalbin benimsemesi ve bağlanmasına dayalı manevî bir olgudur.

Sevgi, yalnız sevilen şeyle sınırlı kalmaz. İnsan bir şeyi sevdi mi, o şeyle ilgili her şey de kendiliğinden bu sevginin kapsama alanı içine girer. Eski Türk filimlerini hatırlayın. Sevgilisinin yere bıraktığı meldili öpüp koklayan, sonra yüzüne gözüne süren aşıkları hatırlayın. Sevdiği kızın bir tel saçını yıllarca saklayan delikanlıları hatırlayın.


# İmanın nuru, Allah sevgisidir

Değerli okuyucularım, "iman" pek önemlidir. İslam'ın temelidir. Allah (c.c.), hepimize son nefeslerimizde kâmil bir iman nasip eylesin. "İman"ın özü, kişinin, içinde yaşadığı ilahî düzenin bir sahibi olduğunun farkına varıp O'nu kabul ve onaylaması, O'na inanması ve kalben O'na bağlanmasıdır. "İslam" da bu kalbî bağlılığın bir sonucu olup Allahü Tealâ'nın iradesine teslim ve tabi olmak, O'nun istekleri doğrultusunda davranmaktır. Başka bir deyişle Allahü Tealâ'nın iradesini, kendi arzu ve isteklerine tercih etmektir. İşte bu, insanı olgunluğa ve ebedî mutluluğa götüren yoldur. Buna "Sırat-ı müstakîm" denir.

İmanın esası, Allahü Tealâ hazretlerine kalbî bir bağlanma olunca, bunun ilk ve en önemli sonucu, Yüce Yaratan'a karşı kalbde duyulan sevgi ve saygı olmaktadır. Bu, "imanın nuru"dur. İnsan Rabbinin iradesine tabi olarak İslam'ı yaşadıkça, ilahî rahmetin ne büyük bir nimet olduğunu daha iyi kavramaya başlar. Rabbine olan sevgi ve hayranlığı da o denli artar, yücelir. İşte insanı kâmil bir imana götüren, bu sevgidir. Tabii kalbde sevgi arttıkça, onun kapsama alanı da genişledikçe genişler. Rabbi ile ilgili olan herşey, çok daha büyük bir önem kazanmaya başlar. Allahü Tealâ ve O'nun dini ile ilgili şeylere, "Şeâir-i İslâmiye" veya "Şeâirulllah" denir. Peygamberler, Kur'an, namaz, oruç, ezan, harameyn, kabe, camiler, minareler, safa ve merve, besmele, v.b. herşey şeâirullahtır. Şeair; alametler, nişanlar, işaretler, belirtiler, simgeler demektir. Abdülhak-ı Dehlevi hazretlerine göre, görülünce Allahü Tealâ'yı hatırlatan herşey şeâirullahtır. Bunları sevmek kâmil bir imanın olmazsa olmazıdır. Kişi, bazı şeyleri yapamasa bile, hiç değilse Allahü Tealâ'nın yeryüzündeki nişanları olan şeyleri sevmeli, onlara saygılı olmalıdır.


# Allah'ın nişanlarını sevmek, takvadandır

Ayet-i kerimede:

“… Kim Allah’ın şeâirini ta’zim ederse, (onlara saygılı davranırsa), şüphesiz ki bu, kalplerin takvasındandır.”[Hac, 32] buyruldu. Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz de:

“Beni ananızdan, babanızdan, çoluk çocuğunuzdan ve herkesten çok sevmedikçe gerçek mânâsıyla iman etmiş olmazsınız.”[Buhârî, Müslim] buyurdu.

Abdullah b. Hişam (r.a.) anlatıyor: "Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte idik. O sırada Ömer b. Hattab (r.a.)'ın elini tutmuştu. Hz. Ömer ona:

'Ey Allah'ın Rasûlü, şüphesiz ben seni kendi öz canım dışında, herşeyden daha çok seviyorum.' dedi. Rasulullah, şöyle buyurdu:

'Canım elinde olana yemin ederim ki, kendi öz nefsinden dahi beni çok sevmedikçe olmaz.'

Ömer ona: 'Şu anda seni öz canımdan dahi daha çok seviyorum, Ya Rasulullah.' dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):

'Şimdi oldu Ya Ömer' buyurdu." [Buharî]

Görülüyor ki Rasulullah'ı sevmek, Allah'ı sevmenin çok önemli bir nişanesidir ve imandandır.

Büyük gönül adamı Derviş Yunus ise, "Yaratılanı sevdik Yaratan'dan ötürü" diyerek bu sevginin sınırlarını tüm kainatı kapsayacak şekilde genişletivermiştir. Keşke hepimiz Rabbimizi öyle derin bir sevgi ile sevebilseydik de sevgimiz tüm âlemleri kapsasa idi!...

Allah'a emanet olunuz.

Dr. İsmail Ulukuş