006 İman, İslam'ın temelidir
Allah indinde din, İslam'dır. Gönderilen bu dinin bir kalble ilgili "görünmeyen yanı", bir de ibadetlerle ilgili "görünen yanı" vardır. Dinin kalble ilgili görünmeyen kısmına "İman", ibadetlerle ilgili görünen kısmına da "İslam" denir. İman, İslam'ın temelidir. İman olmadan, bir kişi bütün ibadetleri yapsa hiçbir değeri olmaz. "Kim imanı inkar ederse, şüphesiz amelleri boşa gider." [Maide, 5] Ama kalbinde iman olduğu halde, tembellik edip ibadetlerini yapamasa, ibadet yapmamanın cezasını çektikten sonra yine cennetle mükafatlandırılır. Kalbinde zerre kadar iman ve Allah korkusu olan sonunda cennete girer. Hadis-i şerifte: "Kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimse ateşten çıkacaktır." [Tirmizi] buyruldu. Kişinin İslam'ı yaşaması, imanı oranındadır. Görünür yönü ile İslam'ı kabul etmiş kişilere, "Müslüman" denir. Kişi hakkındaki hüküm, görünene göre verilir. Bir kişi, eşi, benzeri, ortağı olmayan tek bir Yaratıcı'ya ve O'ndan gelen her şeye inandığını söylüyor ve "Lailahe illallah" diyerek imanını bildiriyorsa, o kişinin "Müslüman" olduğuna hükmedilir. Bu sözü hangi lisanda söylerse söylesin fark etmez. Rasulullah (s.a.v.): "Lailahe illallah diyene, işlediği günahlardan dolayı kâfir demeyiniz! Buna kâfir diyenin kendisi kâfir olur." [Buharî] buyurdu. Allahü Tealâ da: "Ey İnananlar! Allah yolunda yürüdüğünüz vakit, her şeyi iyice anlayın. Size, müslüman olduğunu bildirene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek: 'Sen mümin değilsin' demeyin. ..." [Nisa, 94] buyurdu.
Değerli okuyucularım, o sebeple, "Ben, Allah'a inanıyorum" diyerek müslüman olduğunu bildiren bir kişiye, kafir demekten çok sakınmalıdır. Kalbin hükmü, Allahü Tealâ'ya aittir. Hiçbirimiz bir kişinin imanı hakkında hüküm vermeye yetkili değiliz. Bir kişi inandığını söylediği halde, hiç inanmasa, ya da imanında kuşkular, tereddütler olsa, bu, o kişi ile Allahü Tealâ arasındaki bir sorundur. O kişinin işlerinde ve sözlerinde açık bir küfür belirtisi görülmediği sürece, o kişi müslüman kabul edilir. İslam Hukukuna tabi olur. Kurtuluşa erenler ise yalnız müminler, inanıp iyi işler yapanlardır. "Allah'ın âyetlerine iman etmeyenleri, muhakkak ki Allah hidayete erdirmez ..." [Nahl, 104] "Her kim mümin olarak iyi işler yaparsa, artık o, ne zulümden ne de hakkının çiğnenmesinden korkar." [Taha, 112] Doğru bir iman için Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahıret gününe ve kadere inanmalıdır. Ayet-i kerimelerde: "Ey İnananlar! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitap'a ve daha önce indirdiği Kitap'a inanmakta sebat gösterin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse, şüphesiz derin bir sapıklığa sapmıştır." [Nisa, 136] "Şüphesiz Biz her şeyi bir ölçüye (kader'e) göre yaratmışızdır." [Kamer, 49] buyruldu.
Değerli okuyucularım, İslam, tevhid dinidir. Bu dinin özü; eşi, benzeri, ortağı olmayan, her şeyi yaratan, her şeyi çekip çeviren ve yarattığı her şeyin sahibi olan Allah'a ve O'ndan gelen her şeye inanmak; O'na teslim olmak ve O'nun bizler için öngördüklerine tabi olmaktır. Bu öze, tevhid inancı denir. Bu öz kısaca, Lâilâhe illallah sözü ile ifade edilir. Bu öze asla halel getirilmemelidir. Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz: "Bana Cebrail aleyhisselam gelerek, ümmetinden kim Allah'a herhangi bir şeyi ortak kılmadan ölürse cennete girer, müjdesini verdi." [Buharî] "Kimin en son sözü Lâilâhe illallah olursa cennete gider." [Ebu Dâvud] buyurdu. İslam, gerçekte insanın yaratılışıyla birlikte ve insanın fıtratına uygun bir şekilde esasları konulmuş bir yaşama biçimidir. "Hakka yönelerek kendini Allah'ın insanlara yaratılışta verdiği dine ver. Zira Allah'ın yaratışında değişme yoktur;" [Rum, 30] İnsan, daha yaratılışta Rabbini tanıyacak ve O'nun ilahî ahlâkından kendisine edinecek şekilde ayrıcalıklı olarak yaratılmış, buna uygun olağanüstü yeteneklerle de donatılmıştır. Allahü Tealâ, yeryüzündeki halifem dediği insana ruhundan üfleyerek meleklerin ve cinlerin kendisine secde etmesini istemiştir. O, sürekli gelişen ve kendisini geliştiren bir varlıktır. O sebeple vaz'edilen bu dinin uygulamaya yönelik bazı ahkâmında insanın gelişimine bağlı bazı değişiklikler olsa da, yukarıda belirtildiği üzere "Lâilâhe illallah" sözünde anlamını bulan, Allahü Tealâ'nın görünen ve görünmeyen alemlerim tek Rabbi olduğunu ve yalnız O'na kulluk edilmesi gerektiğini bildiren temel esas hiç değişmemiştir.
"İşte sizin dininiz, tek bir dindir. Ben de sizin rabbinizim. O halde yalnızca Benden korkun." [Müminun, 52] "Allah, iman edenleri, dünya hayatında da, ahirette de sağlam bir söz üzerinde tutar;" [İbrahim, 27] "İbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyan idi; fakat o, Allah’ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslüman idi." [Al-i İmran 67] "Allah Nuh'a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştur. Sana vahyettik; İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya da buyurduk ki: "Dine bağlı kalın, onda ayrılığa düşmeyin." [Şura, 13] Kitap ehline hitaben de: "De ki: Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: Şahit olun biz müslümanlarız". [Al-i İmran, 64] buyrularak kendileri gibi birer insan olan Allah elçilerini ilahlaştırmamaları, Allahü Tealâ'nın tek yaratıcı olduğu esasından asla taviz vermemeleri istenmiş ve İslam'ın tevhid (tek ilah) esası bir kere daha vurgulanmıştır. Değerli okuyucularım, İslam'ın dini terim olarak bir geniş, bir de dar anlamı vardır. Geniş anlamı ile İslam; eşi, benzeri, ortağı olmayan Allah'a inanıp O'na teslim ve tabi olmak demektir. Bu anlamda İslam, evrensel ve tüm zamanların dini olan ve "Lâilâhe illallah" sözü ile simgeleştirilmiş özdür. Şimdiye kadar gelen bütün şeriatların ortak temelidir. Dar anlamı ile de İslam, Rasulullah (s.a.v.) Efendimize gelen, aynı ortak temel üzerine kurulu şeriatı anlatır ki bu da İslam'ın kâmil imana dayanan en ayrıntılı anlatımıdır.
Değerli okuyucularım, Tevhid, Allahü Tealâ'yı zatında, sıfatlarında, ilahlığında ve işlerinde birlemek, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamak, yalnız O'na kulluk yapmak demektir. Allah (c.c.), zatında, isim ve sıfatlarında tektir. Allahü Tealâ'nın Ulu Zatı, mutlak anlamda tek varlıktır. Varlığı kendiliğinden, ezelî ve ebedîdir. O, var olmak için hiçbir şeye gerek duymaz. Görünür ve görünmez tüm alemler O'nun tarafından yaratılmıştır. Hepsinin sahibi O'dur. Yarattığı bu alemlerdeki hiçbir şey, ne özü ve ne de hiçbir niteliğiyle O'na benzemez. Diğer her şey var olmak için O'na muhtaçtır. [Lutfen vücud, kıdem, beka, vahdaniyet, kıyam binefsihi, muhalefetün lil havadıs gibi zati sıfatlarını hatırlayınız.] "De ki: O Allah bir tektir." [İhlas, 1] "Allah her şeyden müstağni ve her şey O'na muhtaçtır." [İhlas, 2] Allahü Tealâ, bu zatî sıfatlarında yarattıklarından hiçbir şeye benzemediği gibi diri olmak, görmek, işitmek, ilim sahibi olmak gibi, yarattığı canlılara da kısmen ve temsilî bir biçimde bahşetmiş olduğu subuti nitelikleri bakımından da yarattığı hiçbir şeye benzemez. Benzerlik yalnızca isim ve işlev bakımındandır. Mahiyet bakımından değildir. Yarattığı canlılardaki bu nitelikler, suret mertebesinde, temsilî, kısmî, izafî, gelip geçicidir. Mahiyet bakımından madde ilişki ve etkileşimlerine dayanan bir özelliktedir. Halbuki Allahü Tealâ'nın nitelikleri tam anlamıyla kâmildir. Her türlü eksiklik ve noksanlıklardan uzaktır. Mahiyetini kimse bilemez. Yarattığı hiçbir şeye benzemez.
"O'nun benzeri olan hiçbir şey yoktur." [Şura, 11] Allahü Tealâ, işleri bakımından da tektir. Görünür ve görünmez alemleri tek elden yaratmıştır. Onlara belli yaratılış amaçları vermiş, bu amaçlara uygun şekilde biçimlendirmiş, ölçülendirmiş, gerekli nitelik ve yeteneklerle donatmıştır. Onlardan canlı olanları dilediği şekilde üretmekte, yaymakta, rızıklandırmakta, öldürmekte, ihtiyaçlarını karşılamakta, faydalandırarak veya zararlandırarak onları dilediği şekilde terbiye etmekte, yarattığı alemlerde meydana gelecek olayları dilediği şekilde düzenleyip belirlemektedir. Kısaca sahibi olduğu mülkünü dilediği şekilde çekip çevirmektedir. Birçok şeyi de yeryüzünde halifesi kıldığı insan eliyle yaratmaktadır. "Allah her şeyin yaratıcısıdır." [Zümer, 62] "Bir şeyin olmasını istediğimiz zaman sözümüz sadece ona 'Ol' dememizdir ve hemen olur." [Nahl, 40] "Göklerin ve yerin hükümranlığı elbette Allah'ındır; dirilten ve öldüren O'dur." [Tevbe, 116] Zatında, sıfatlarında ve işlerinde tek olan Allahü Tealâ, ilahlığında da tektir. Yarattığı görünür ve görünmez tüm alemlerin Rabbidir. Kainat adını verdiğimiz şu görünür alemdeki tüm kuralları o koyduğu gibi, eşref-i mahluk olarak yarattığı insanın evrenle uyumlu doğru yaşama kurallarını da o koymuştur. Allahü Tealâ'nın insanı hayra götüren bu ahkamına uymak, yani kulluk, her insanın vazifesidir. Kurallara uymayanlara dünyada ve ahırette her türlü cezai müeyyideyi uygulamak da O'nun hakkı, yetkisi ve kudretindedir. "Allah O'dur ki, O'ndan başka ilah yoktur," [Taha, 8] "Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, ..." [Nisa, 48] "Yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol." [Zümer, 66] Değerli okuyucularım, bütün bu anlatılanların özü, "Lâilâhe illallah" sözü ile ifade edilir. Böylece Rabbini bir bilip "Lâilâhe illallah" diyen ve O'na ortak koşmayan herkes, O'nun kurtuluş kalesine sığınmış olur. Allah'a emanet olunuz. Dr. İsmail Ulukuş
| ||