072  Hayır, hayır!.. Bunalımda falan değilim


Değerli okuyucularım,

Bir ay kadar önce idi. Telefon çaldı. Ahizeyi kaldırdım. İstanbul'daki kızım. Tabii çok sevindim. Hal hatırdan sonra oradan buradan biraz konuştuk. Söz neden açıldı hatırlamıyorum, bana "Babacağım, gönderdiğin iletileri okuyorum. Açık, duru ve anlaşılır ifadelerle, Hadis ve Ayetlere dayanarak meseleleri güzel açıklıyorsun. Ama son günlerde hep ölümden bahsediyorsun. Hayırdır... Bunalımda mısın, nesin?" dedi. Ona verdiğim cevabı önemli gördüğüm için sizlerle de paylaşmak istiyorum.

Değerli okuyucularım, elbette bunalımda falan değilim. Hamd olsun, beden sağlığım da, ruh sağlığım da, akıl sağlığım da yerinde... Rabbimden başka, hiç kimseye herhangi bir muhtaçlığım yok. Başımı sokacak bir evim, bir emekli aylığım, ihtiyacıma yetecek kadar giyecek ve yiyeceğim, gerekli donanımıyla bir bilgisayarım, ve bir kitaplığımdan başka, deyim yerinde ise, dünyada dikili ağacım yok. Rabbimin bana lutfettiği hamarat eşim sayesinde bütün ihtiyaçlarım karşılanıyor. Ve bu güçsüz de ha bire bildiğim üç beş şeyi, kalbimdeki sevgi ve muhabbeti de katarak, Allah rızası için, sizlerle paşlaşmaya çalışıyorum. Kimseden herhangi bir beklentim yok... Herkesi ve her şeyi çok seviyorum. Kendimi belki de dünyanın en mutlu ve huzurlu kişisi hissediyorum. Rabbim hiçbirimizin ağız tadını bozmasın. Bundan daha iyi ne olabilir ki...

Değerli okuyucularım, sevgili evlâdımın bu yaklaşımı, gerçekte, son yıllarda aziz Milletimize arız olan çok ciddî bir manevî hastalığın ona yansımasından başka birşey değildir. Ölümü ancak bunalım hallerinde, sıkıntı ve hastalık hallerinde hatırlar olduk. Başımız ağrımasa, ya da işlerimiz ters gitmese, ne ölüm ne de ötesi hiç aklımıza gelmeyecek. Halbuki bu aziz Millet bir zamanlar, ölümü ve hesap gününü hiç hatırından çıkarmazdı. O sayede gelip geçmiş milletlerin en üstünü oldu. Bakınız şimdi sizlere internette bir sitede yayınlanan ancak kaynağını tespit edemediğim "Ne idik, ne olduk"1 başlıklı bir yazıdan birkaç paragraf aktaracağım. Aradaki farkı görünüz.

[Harama el sürmezdik: Fransız müellif Motray, 1700'lerdeki halimizi şöyle anlatıyor: "Türk dükkânlarında hiçbir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar, arkamdan adam koşturmuşlar, hatta birkaç kere Beyoğlu'ndaki ikametgâhıma kadar gelmişlerdir."

Medeni idik: İngiliz sefiri Sir James Porter ise, 1740'ların Türkiye'si için şunları söylüyor: "Gerek İstanbul'da, gerekse imparatorluğun diğer şehirlerinde hüküm süren emniyet ve asayiş, hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde ispat etmektedir ki, Türkler çok medeni insanlardır."

Dosdoğruyduk: Fransız generallerden Comte de Bonneval ise, şu hükmü veriyor: "Haksızlık, murabahacılık, inhisarcılık ve hırsızlık gibi suçlar, Türkler arasında meçhuldür... Öyle bir dürüstlük gösterirler ki, insan, çok defa Türklerin doğruluklarına hayran kalır."

Hırsızlık nedir bilmezdik: Fransız müellif Dr. Brayer, 1830'ların İstanbul'unu getiriyor önümüze: "Evlerin kapısının şöyle böyle kapatıldığı ve dükkânların çoğunlukla umumî ahlâka itimaden açık bırakıldığı İstanbul'da her sene azami beş-altı hırsızlık vakası görülür."

Ubicini, Dr. Brayer'i şöyle doğruluyor: "Bu muazzam payitahtta dükkâncılar, namaz saatlerinde dükkânlarını açık bırakıp camiye gittikleri ve geceleri evlerin kapısı basit bir mandalla kapatıldığı halde, senede dört hırsızlık vakası bile olmaz. Ahalisi sırf Hıristiyan olan Galata ile Beyoğlu'nda ise hırsızlık ve cinayet vakaları olmadan gün geçmez."

Naziktik: Edmondo de Amicis isimli İtalyan gezgini, yine 1880'lerin "biz"ini anlatıyor bize: "İstanbul Türk halkı Avrupa'nın en nazik ve en kibar insanlarıdır. Sokakta kavga enderdir. Kahkaha sesi, nadirattan işitilir."

Cihana örnektik: Türkiye Seyahatnâmesi'yle meşhur Du Loir'un 1650'lerdeki hükmü şöyle: "Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk siyasetiyle medeni hayatı bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir."]

Ve yazar yazıyı şöyle bir soru ile sonlandırıyor:

[İşte sorulmaya değer ve cevaplanması elzem olan soru: Bizde, o zaman var olup da bugün olmayan nedir? Nasıl kaybettik? Nasıl buluruz?]

Değerli okuyucularım, bu sorunun cevabı aslında gayet basittir: Bizlerde o zaman olup da bugün olmayan şey kâmil bir imandır, Allah korkusudur. Ve elbette onlara dayalı olarak ölümü ve hesap gününü çok hatırlamaktır. Allah'ı unutan, ölümü ve hesap gününü, yalnız bunalım ve hastalık hallerinde hatırlayan toplumlarda, sıkıntılar hiç biter mi?

Allah'a emanet olunuz.

Dr. İsmail Ulukuş


-------------------------------
[1] http://www.dallog.net/buyutec/eskiturkler.htm