039  Olgun insan (2)


Değerli Kardeşim,

Bir önceki yazımda, olgun bir mümin olma yolundaki bütün meselenin kalbdeki benlik sevgisini çıkarıp onun yerine Allah sevgisini yerleştirmek olduğunu, bunun da ancak, Allahü Tealâ’ya inanarak O’nun yasaklarından uzak durup buyruklarını yerine getirmek, bir başka ifade ile Peygamberimizin sünnetine tam olarak uymakla sağlanacağını, bunu da samimiyetle yapmak gerektiğni söylemiş, ayrıca her an Rabbi olan Allah (c.c.)’ı hatırlamak, yani ondan bir an bile gafil olmamak gerektiğini belirtmiştim.

Bunları tam bir içtenlikle yerine getiren kişi, zamanla Rabbinin öğütlediği ahlâkla ahlâklanarak "olgun bir insan" durumuna gelir.


# Beşinci boyuta ulaşmış olgun insanın bazı nitelikleri

İşte beşinci boyuta ulaşmış bu kâmil insan, artık, baktığı her şeye Hak nazarıyla bakar. Gördüğü her şeyden ibret alır. Yaptığı her işte önce Rabbinin rızasını gözetir. Verdiği her hükümde adaletle hareket eder. O artık herkesin güven duyduğu emin bir insandır. Onun çifte standartları yoktur. O kendi yararına olan işlerde bir türlü, kendi zararına olan işlerde başka türlü konuşup davranmaz. Çünkü o gerçek bir mümin olup onun ölçüleri Yaratan'ın kendisine verdiği Hak ölçüleridir. Onun, Rabbinin hoşnutluğuna mazhar olabilmekten başka hiçbir kaygusu, kuşkusu, korkusu ve endişesi yoktur. Bu sebeple o daima Hakkaniyet (doğruluk, adalet, gerçeklik) üzeredir.


• Gerçeklerin adamı

O batılın değil, hakkın peşindedir. O artık hurafelerle uğraşmayıp her şeyde hakkı ve gerçeği arar. Kendi aleyhine bile olsa gerçeklerin ortaya çıkmasından, gerçeklerin dile getirilmesinden rahatsız olmaz. Düşmanı için bile, gerçek ne ise onu söyler, hak ne ise onu ister. Çünkü o artık gerçeklerin adamıdır. Ve onun, artık, dördüncü boyuttaki insanda olduğu gibi, yalan dolanla yürütmeye çalıştığı karmaşık planları, ince çıkar hesaplarına dayalı entrikalı işleri yoktur.

"Hakkı batıla karıştırmayın ve bile bile hakkı gizlemeyin." [Bakara, 42]

"Kendiniz için istediğinizi din kardeşiniz için de istemedikçe olgun bir mümin olamazsınız" [Buharî, Müslim]


• Sabır ve şükür ehli..

Her şeyin, bu düzenin yaratıcısı, ayakta tutucusu, çekip çeviricisi ve koruyucusu olan Allahü Tealâ tarafından belli bir ilahi takdirle gerçekleştirildiği konusunda onun artık en küçük bir tereddüdü kalmamış; Rabbine karşı tam bir tevekkül ve teslimiyet içine girmiştir. O sebeple o, başına gelen her sıkıntıyı ve her iyiliği, her hayrı ve her şerri, her musibeti ve her selâmeti Rabbinden bilir. Onların hepsini gönül hoşnutluğu ile karşılar. Başına bir sıkıntı geldiğinde üzülmeyip sabreder, eline bir nimet geçtiğinde sevinip taşkınlık yapmayıp şükreder.

"Sabredenleri müjdele!" [Bakâra, 155]

"Sabrın îmândaki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir." [Deylemî]

"İmanın yarısı sabır, diğer yarısı ise şükürdür." [Beyheki]


• Haya ehli..

İnsan beşinci boyuta geçince, utanma duygusunun mahiyeti de değişir. Önceki boyutta nefsini küçük düşüren olaylar karşısında çok utanan insan, bu boyutta bunları önemsememeye, fakat Rabbinin rızasına uygunsuz herhangi bir iş yaptığı zaman utanmaya başlar. Onun için bu boyuttaki olgun insan, büyük bir haya ve edep sahibidir.

"Fuhuş insanın lekesi, hayâ zînetidir." [Berîka]

"Haya, baştan başa hayırdır." [Müslim]

"Haya imandandır." [Buhari]

"Haya ile iman bir aradadır. Biri giderse, öteki de durmaz." [Hakim]


• Alan el değil, veren el!

Beşinci boyuttaki olgun insan artık nefsi için durmadan alan değil, Allah rızası durmadan veren bir insandır.

"Veren el, alan elden üstündür." [Buhari]

O artık yalnız kendisi için değil, başkaları için de yaşayan biridir. Bu sebeple dünya düşkünü insanların çoğu, onu bir türlü anlayamazlar. Onların gözünde, o koskoca bir enayidir. O ise insanların değerlendirmelerine hiç önem vermez, yalnızca Allahü Tealâ’nın ne diyeceğine bakar. Ve kendisinin Allah (c.c.) katındaki değerini, daha doğrusu değersizliğini düşünür. Bu sebeple de o, daima, boynu bükük, gözü yaşlı, yumuşak huylu, mahlûkata karşı merhametli ve edep sahibi bir insandır. Rabbi her duasını kabul ettiği halde, ]]Rabbinin onun her halini bildiğini düşünerek, O'ndan dünyalık herhangi bir şey istemeye utanır. O emri altındaki bütün insanları, Allahü Tealâ’nın bir emaneti olarak görür. Onların her şeyinden kendisini sorumlu hisseder.

İnsanların kötü halleri onu üzer, iyi halleri ise onu sevindirir.


• Bedeni halk içinde, fakat kalbi Hak ile...

O her anında, artık, kalben Rabbi ile birlikte olup bu yakınlık ona her şeyi unutturmuş gibidir. Kısaca onun bedeni halk içinde, fakat kalbi her an Halık'ı iledir.

O artık insanda bulunan ve insanı bazı durumlarda hayvanlardan daha aşağı derekelere düşüren çeşitli “nefsî sıfatlar”dan arınmış, Rabbinin öğütlediği ahlâk ile ahlâklanmış, Rabbinin yeryüzündeki halifesi olmaya hak kazanmış gerçek bir kuldur. Ve sizler ona baktığınızda, sanki onun kişiliğinde Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimizin davranışlarını görür gibi olursunuz. Ve onu gördükçe hep yaratanınız olan Allahü Tealâ’yı hatırlarsınız.


# Sırat-ı müstakim

Değerli Kardeşim,

"İnsanı doğru anlamak" başlıklı ilk yazımdan bu yana, bu güçsüz kardeşiniz, sizlere, Rabbimizin bildirdiği Hak ve Hakikat yolunu (sırat-ı müstakimi), zihinlerinizde duru ve açık bir biçimde yerleşsin diye, çeşitli anlatım biçimleri kullanarak, elimden geldiğince kolay anlaşılır bir dille, tekrar tekrar anlatmaya çalıştım. Ancak bunları yaşamadan anlamak, öğrenmek mümkün değildir. Kör bir insana renklerin nasıl olduğu anlatılamadığı gibi, mânâ körü bir insana da mânâ alemi, manevî olaylar ve onların manevî zevkleri anlatılamaz...

Mânâ körlüğünden kurtulmanın yolu ise, başlangıcı "iman" olan, manevî bir operasyondur. Bu gelişim sürecinin temeli samimiyetle, gönül rızasıyla, hak ve hakikat yoluna girmektir. Naklî (manevî) gerçeklikleri öğrenmenin yolu, "iman"dan geçer. İnsan bu gerçekliklere ancak imanı kadar vakıf olur. İmanı olmayan, ya da imanını yeterince olgunlaştıramayan da kör olarak gelir, kör olarak geçer. Bu gerçeklikleri göremediği için de onları yok sanır.

Değerli Kardeşim “hakikat”in görünür alemdeki görüntüsüne “şeriat” denir. Şeriat demek, en büyük gerçeklik olan Allah (c.c.)‘ın bizlere bildirdiği iman esasları, yasaklar ve buyruklar demektir. İnsan Rabbine samimiyetle inanarak, O’nun bu yasak ve buyruklarına, yani şeriata dört elle sarılırsa, bu yol onu, o şeriatın özü ve mânâsı olan hakikate, yani “sırat-ı müstakim”e kendiliğinden götürür. Yeter ki imanında da, işlerinde de samimi olsun. İmanında ve işlerinde "samimi" olmayana bu mânâ deryasından zırnık koklatmazlar.


# Beşinci boyutun şükrü

Pek Değerli Kardeşim,

Varlığımızın bu beşinci boyutu, insanın, sıradan bir "adem" olmaktan çıkıp gerçek mânâda "insan" olduğu bir boyuttur. Bu "olgunluk" noktası, tamamen Allahü Tealâ’nın bir lûtuf ve ihsanı olup, bu ilâhi rahmetini ancak dilediği az sayıda insana nasip etmektedir.

Eğer bu lûtuf ve ihsana mazhar olan mutlu kullardan biri olmak şerefine ulaşılırsa, çok az insana lûtfedilen bu manevî nimet için hadsiz hesapsız şükürler edilmelidir.

Ve olgun bir insan olmak yolunda kat edilen iman, ilim, kulluk, takva, vera, ihlâs, sabır, rıza, teslimiyet, muhabbet, marifet gibi manevî mertebelerin her biri için ayrı ayrı şükretmeli ve başta Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz olmak üzere bu nimete erişmenize vesile olanlar için de hayır dualar etmelidir.

Rabbimiz, herkesi, olgun bir insan olmak şeref ve mutluluğuna erenlerden eylesin!.. Ve hepimize son nefeslerimizde "iman" selâmeti nasip eylesin.

Allah'a emanet olunuz. Sağ ve esen kalınız...

Dr. İsmail Ulukuş