031  Bedenî ve zihnî otomasyon, kalbî yakınlıklar


Pek değerli okuyucularım,

İlahî düzen içinde yaşayan her canlıyı en mutlu eden şey, kuşkusuz, programlandığı yaşama isteklerine uygun bir fizikî ve toplumsal çevredir. Bir başka ifade ile, fitrî niteliklerine uygun bir yaşama çevresi... Mesleği gereği hep canlı materyalle çalışmak durumunda kalan bu güçsüz kardeşiniz, bunun yüzlerce örneğini gördüm. Ortalama sıcaklığın 25-26 oC olduğu bir çevrede, bol su ve besin bulan bir domates bitkisinin ne kadar coşkulu geliştiğini hiç gözlediniz mi? Gelişme optimumu 37 oC olan bir bakterinin o dereceye ayarlı bir inkubatörde, uygun bir ortam üzerinde, ne kadar gür geliştiğini gördünüz mü? Fıtraten içe dönük sessiz sakin bir insan tipinin kendi gibi düşünmeyi, fikir üretmeyi seven insanlar arasında ne kadar büyük bir heyecanla, coşkulu tartışmalar yaptığına hiç tanık oldunuz mu?

Fakat yazık ki her canlının fıratına uygun sevdiği bir ortamda yaşaması, her zaman mümkün olmamaktadır. Birçok durumda 25 derece sıcaklığa programlanmış bir domates bitkisi, 15 derecede; ya da düşünüp fikir üretmeyi seven astenik bir insan tipi, düşünmekten hazzetmeyip daha çok ayak işleriyle uğraşmayı seven piknik tipler arasında yaşamak durumunda kalmaktadır. Kuşkusuz bu durum, o canlılar için en büyük stres kaynağıdır.

Ancak değerli kardeşlerim, Ulu Yaratan, rahmetiyle, yarattığı hiçbir canlıyı çaresiz bırakmamış; hemen her canlıyı, böyle durumlarda, içinde bulunduğu çevreye uyumunu sağlayacak bazı fizyolojik, somatik ve psikolojik mekanizmalarla donatmıştır.


# Bedenî ve zihnî otomasyon

Bu mekanizmaların en gelişmişlerinden birisi de, canlılardaki "bedenî ve zihnî otomasyon"dur.

Çeşitli sebeplerle tekrarlanan davranışlar, önce alışkanlıklara, sonra da tutku ve bağımlılıklara dönüştüğü gibi; zihinde sık sık tekrarlanan anılar, düşünceler ve hayaller de önce kuruntulara, sonra takıntılara dönüşür. Alışkanlıklar ve kuruntular, normal psikolojik olaylar olduğu halde; tutku ve takıntılar, artık tedavi edilmesi gereken birer psikolojik hastalık halidir.

Şimdi konunun daha iyi anlaşılması için bir iki örnek vermek istiyorum:

Eğer araba kullanıyorsanız ya da bir müzik aleti çalıyorsanız, bunları ilk yapmaya çalıştığınız günleri hatırlayın. Amaçladığınız davranışı yapabilmek için, başlangıçta, ne kadar büyük bir dikkat sarfediyordunuz. Yapmaya çalıştığınız her hareket için ne kadar çok zorlanıyor ve ne kadar çok enerji sarfediyordunuz ki bunlar günlerce bütün bilincinizi ve kalbinizi işgal ediyordu. Hatta o zorluklar, belki, gece rüyalarınıza dahi giriyordu. Halbuki öğrendikten sonra bütün bu sıkıntılar kaybolmuş, birçok davranışı, artık hiç düşünmeden, hiçbir dikkat sarfetmeden tamamen otomatik olarak yapmaya başlamıştınız. Burada olduğu gibi tekrarlanan davranışların otomotikleşmesine, "alışkanlık oluşumu" ya da "otomasyon" denir. Alışkanlıklar, bir bakıma, başlangıçta çok zorlanıldığı için büyük elem ve sıkıntı duyularak yapılan işlerin, doğuştan sahip olduğumuz bazı yeteneklerle otomasyona bağlanmak suretiyle, zamanla daha zevkli bir hale gelmesi demektir. Eğer bu alışkanlık haline gelen davranışlar, zevk alındığı için, tekrarlanmaya devam edilirse, bu kez de "tutku" ve "bağımlılık"lar oluşur. Araba kullanmayı alışkanlık haline getiren birçok gencin zamanla bunun bağımlısı oldukları, bu kişilerde bir araba tutkusu ortaya çıktığı görülmektedir. Aynı şekilde müzik tutkunu, ya da oyun tutkunu gençlere çevrenizde her zaman rastlayabilirsiniz. Halk arasında bu tür hastalık haline gelen tutkular için, "bir şeyin delisi olmak" deyimi kullanılır.

Bedenî alışkanlıklarda başlangıçta kalb tamamen o işlere ait fikir ve görüntülerle dolup taştığı, hatta tamamen onlarla meşgul olduğu halde, hareketler otomatikleştikçe, kalbî meşguliyet azalarak kalb rahatlamaktadır. "Düşünsel bağımlılık"larda ise bedenî bağımlılıkların tam tersi bir durum söz konusudur. Burada önceden kalbde fazla bir yer işgal etmeyen, hatta kişinin hiç önemsemediği bazı fikir ve anılar, tekrarlandıkça kalbde daha çok yer işgal eden "kuruntu"lar haline gelmekte, hatta bu tekrarlar devam ettikçe, zamanla, kalbi tamamen işgal ederek, "fikri takıntılar" oluşmaktadır.


# Birlikteliklerden doğan kalbî yakınlıklar: "Manevî bağlar"

Değerli okuyucularım; bir de birlikteliklerin tekrarlanması ile ortaya çıkan ve adına "şartlanma" denilen bir başka otomasyon türü vardır ki kalbi yakınlıkların ortaya çıkmasında en önemli faktörlerden biridir. Şimdi size bu olgunun nasıl geliştiğini anlatmak için bir örnek vermek istiyorum.

Kendi yurdundan uzakta başka bir ülkede, tanımadığı bir üniversiteye ilk adımını atan bir öğrencinin durumunu düşününüz. Onun artık hiç tanımadığı insanlardan oluşan yeni bir toplumsal çevresi vardır. Bu çevrede bazı kişilerin güzel davranışları hoşuna gitmeye başlar. İşte o anda, onun kalbinde, o kişilere karşı, kendisinin hiç farkında olmadığı bazı "manevî bağ"lar oluşur. Bunlar tek yönlü ilgilerdir.

Eğer o kişilerden birisi ile selâmlaşıp tokalaşmak ve bir yerde oturup bir süre konuşmak imkânı bulursa, o tek yönlü ilgi, karşılıklı bir iletişime dönüşür. Ve yeni tanıştığı o arkadaşına karşı kalbinde duyduğu sevgi daha da artar. Bu "manevî bağ"ın kuvvetlenmesi ile birlikte, kalbinde, o arkadaşına ait fikir, hayal ve görüntüler daha çok yer işgal etmeye başlar.

Eğer o arkadaşı ile ilişkilerini sürdürür; yemek, eğlence, spor, bir futbol maçına veya bir resim sergisine birlikte gitmek gibi toplumsal etkinliklerde sık sık beraber olurlarsa, bu kez onun kalbindeki bu "manevî bağ" iyice kuvvetlenir. Artık her iki arkadaşın hayatları özdeşleşmeye başlamıştır. O sebeple sık sık arkadaşını hatırlar.

Büyük İslam bilginlerinden Abdülhakim Arvasi Efendi, "Kalb, göze ve kulağa tabidir" buyuruyor. Yani göz ve kulak nelerle meşgul olursa, kalbde de onlarla igili görüntü ve hayaller olur.

Eğer o arkadaşı ile olan birliktelikleri çok daha sıkı bir şekilde devam edecek olursa, bu defa o arkadaşı ile o kadar özdeşleşir ki artık onsuz yapamaz olur. Kalbini de tamamen arkadaşına ait fikir, düşünce ve görüntüler kaplar. Hele arkadaşı karşı cinsten ise, kalbdeki bu görüntülere, ayrıca nefsin cinsel arzu ve istekleri de eklenir.

Artık zihnindeki bu düşünceler birer "takıntı" haline gelmiştir. Arkadaşını düşünmeden ve hatırlamadan duramaz. Onunla ilgili görüntüleri kalbinden atmak istese de atamaz. Çünkü onlar onun benliğinin birer parçası durumuna gelmiştir.


# Hatırlama (anma), kalbî yakınlıkları artırır

Değerli okuyucularım; insanlar, benzer şekilde, yalnız arkadaşlarıyla değil, diğer bazı canlı veya cansız şeylerle de sürekli birlikte bulundukları zaman, kendileri ile o şeyler arasında, şartlanma sebebiyle, hiç farkında olmadıkları bir takım "kalbi bağlar" ortaya çıkar.

Burada birlikte bulunulan şeyin ne olduğu hiç önemli değildir. Bu bir arkadaş olabilir, bir hayvan olabilir, hatta cansız bir eşya olabilir.

İnsan sürekli aynı sokakta yürüyüş yapsa, o sokakta bulunan her şeye ve herkese karşı kalbinde bir takım "manevî bağ"lar oluşur. Bir süre başka bir şehire gitse, önceden hiç farkında olmadığı bu manevî bağlar sebebiyle, yürüyüş yaptığı o sokaktaki canlı cansız her şeyi özlemeye başlar. Hele sık sık oraları hatırlatıcı fotoğraf, film, video, oralarla ilgili sohbet v.b. şeyler olur ve anıları tekrarlanırsa bu manevî bağlar daha da kuvvetlenir.

İnsan kalbi, genellikle, nesne ve olayların hayallerine de, asıllarına verdiği tepkilere benzer tepkiler verir. Meselâ sevdiği kişiyi gören bir insanın kalbinde nasıl bir sevinç duygusu belirirse, o insan, o kişinin yokluğunda, onu hatırladıkça da, benzer şekilde kalbinde bir sevinç hasıl olur. Aynı şekilde birçok insan, aslından korktukları şeylerin düşünce ve hayallerinden de korktukları için, gece çok karanlıkta dışarı çıkmaktan çekinirler. Birçok insanın, yanında iğrenç bir şeyden söz edildiği zaman, o şeyin aslını görmüş gibi, yüzlerinde tiksinti mimikleri belirir. İşte kalbin bu niteliği, yani birçok şeyin hayallerine de asıllarına gösterdiği tepkileri vermesi sebebiyle; nasıl eşyanın asıllarıyla birlikteliklerinde kalbi bağlar oluşuyorsa, hayalleriyle birlikteliklerinde de aynı şekilde "kalbî bağlar" oluşur. O nesneyi, durumu ve olayı her hatırlayışta da bu kalbî yakınlıklar kuvvetlenir.

Pek değerli okuyucularım; hiç farkında olmadan edindiğimiz bu bedenî ve ruhî otomasyon, ve çevremiz ile kurduğumuz bu kalbî yakınlıklar (manevî bağlar), bizlerin içinde bulunduğumuz fizikî ve toplumsal çevreye uyumumuzu kolaylaştıran ve bizleri mutlu eden çok önemli faktörlerden birisidir.

Bu "şartlanma"lar, beraber bulunduğumuz şeylere karşı kalblerimizde oluşan bu "manevî yakınlık"lar; şüphesiz, ulu Yaratan'ın büyük bir lûtuf ve ihsanıdır. Bu sayede "insan" ile "çevresinde bulunan her şey" arasında hiç farkında olmadığı bir "manevî sevgi çemberi" oluşmaktadır. Ve insan ancak o ortamdan uzaklaştıktan sonra, kalbinde onlara karşı tarifsiz özlemler duymaya başladığı zaman, bu sevgi çemberinin farkına varmaktadır. Ancak kalblerde oluşan bu manevî yakınlıklarda da, tıpkı diğer bazı zihnî etkinliklerimizde olduğu gibi, aşırıya gidildiği zaman, bunlarda da birer "tutku", "bağımlılık" ve "takıntı" hali ortaya çıkar. Ve bunlar bizim hayatımızı aksatan pisikolojik birer hastalık durumuna dönüşürler. Halbuki kişi, her şeyde orta yol üzerinde bulunmalıdır. Hadis-i şeriflerde:

"İfrât ve tefrîtten uzak durun." [Buharî]

"Aşırı giden helâk olur." [Müslim]

"İşlerin hayırlısı vasat olanıdır." [Deylemî, Beyhekî] buyruldu.


# Allah'a karşı olan tutku, kalbdeki tüm masivayı yok eder

Onun için, yarattığı her şeyin mahiyetini çok iyi bilen Rabbimiz, dini mübini vazederek insanı bu aşırılıklardan korumaya çalışmıştır. Yaratan'ın, insana, kendi rızasından başka hiçbir şeyi ön plana çıkarmamayı tavsiye ve emr etmesinin sebebi budur.

Kur'anı kerimin 84 yerinde, insanlara, Allah'ın zikredilmesi, hatırlanması emredilmektedir. Üstelik yalnız hatırlanması değil "zikran kesira" denilerek "çok hatırlanması" istenmektedir.

Rasulullah da Hadis-i şerifte:

"Onlar (münafıklar) size deli deyinceye kadar Allah'ı zikredin." [Ramuz'ul Ehadis] buyurdu.

Kişi Rabbini andığı zaman, onun kalbinde, tıpkı şimdiye kadar anlattığım, maddi şeylere karşı kalbde oluşan manevi bağ gibi, Yaratan'ına karşı bir "kalbî yakınlık" oluşur. Bu hatırlama her tekrarlandığında bu kalbî yakınlık kuvvetlenir. Bir süre sonra da "kalbî bir tutku" haline gelir.

Allah'a karşı olan bu ilâhi tutku da, kalbde bulunan tüm masivayı yok eder. Böylece kalbde, Allah'tan başka hiçbir şeye karşı, tutku derecesine varan aşırı sevgi ve bağlılık kalmaz. En büyük sevgi daima Allah'a olur. O sebeple imanında samimi olan ihlas sahibi müslümanların hiçbirisinde hastalık derecesine varan psikolojik takıntılar, hastalık derecesine varan çeşitli tutku ve bağımlılıklar bulunmaz.

Zaten İslam'ın kendisi de, insanı, nefsinin ilâhlaştırdığı her şeye karşı bağımlılıklardan kurtarıp onu gerçek ilahı olan Allah'a bağlamaya ve eşref-i mahlûk olan insanı gerçek yerine oturtmaya çalışan ilâhî bir düzendir.

Allah'a emanet olunuz.

Dr. İsmail Ulukuş