026  Tasavvuf, bir hal ilmidir


Pek Değerli Kardeşim

Tasavvuf bir hal ilmidir. "Hal", Arapça kökenli bir kelime olup Türkçe'mizdeki karşılığı "durum" dur. "Hal ilmi"nden kasıt, bir durumu bizatihi yaşayarak öğrenmek demektir. O sebeple "tasavvuf ilmi" kitaplardan okunarak öğrenilemez. Bizzat yaparak ve yaşanarak öğrenilir. Burada "yaşanacak durum", Kur'an-ı Kerim ile Allahü Tealâ'nın vaz ettiği ve Rasulullah Efendimiz tarafından en ince ayrıntılarına kadar bizzat yaşanmış ve tüm insanlık alemine de yaşanması emir ve tavsiye edilmiş olan kalb halleri ve davranışlardır. Kur'an-ı kerimin ifadesiyle buna "Sırat-ı müstakim" denir. Sırat-ı müstakim, insanı dünyada da ahırette de kurtuluşa, hayra ve iyiliğe götüren bir "iyi ve güzel davranışlar bütünü"dür, edeptir, ahlâktır. Bu, insanlığı aydınlatan bir ışıktır. Bu, insanı, hayvanlardan da aşağı derekelere düşmekten kurtarıp onu "gerçek anlamda insan" haline sokan ilahi rahmettir. Son peygamberde en olgun noktasına ulaştığı için buna "Muhammedî Nur" da denilmiştir. Gerçekte bu, Adem (a.s.)'den bu yana bütün nebilerin yaşadığı bir örnek edep halidir. Rasulullah Efendimiz bu hali değişik zamanlarda, değişik sözlerle özetledi:

"İman sahibi, her hataya düşebilir. Fakat, hainlik yapamaz ve yalan söyleyemez." [İbni Ebi Şeybe, Bezzar]

"Güzel ahlak, gelmeyene gitmek, vermeyene vermek ve zulmedeni bağışlamaktır." [Taberani]

"Kendi için istediğini din kardeşi için de istemeyen, iman etmiş olmaz." [Buhari]

"Şüphe yok ki, Allah, sizin bedenlerinize, suretlerinize ve mallarınıza bakmaz! Fakat, kalblerinize ve amellerinize bakar!" [Müslim]

"İnsanların en kötüsü, insanlara zarar veren, onları incitendir" [İ.Ahlakı]

"Sizin bana en sevgiliniz, kıyamet günü yeri bana en yakın olanınız, ahlâkı en güzel olanınızdır!" [Riyazü's-Salihin]

"Kalb kırmak, Kâbeyi yetmiş defa yıkmaktan daha kötüdür." [İslam İlmihali]

Burada bu sözlerle çok değişik biçimlerde anlatılmış olsa da gerçekte bütün bu sözlerin hepsinde ifade edilen ve kast edilen anlam tekdir, o da "Sırat-ı müstakim"dir; doğruluk, hak ve hakkaniyet üzere bulunmaktır; içi dışı bir olmaktır. Bütün bunlar da sağlam bir "iman" ve "ihlas" ile olur.

İşte tasavvuf, bunların bol bol sözünü etmek değil, fakat elinden geldiğince bunları bizzat samimi bir şekilde yaşamaya çalışmaktır.


# Tasavvuf bir hal ilmidir, ancak yaşanarak öğrenilir

Pek değerli kardeşim,

Tasavvuf bir hal ilmidir. Ancak bizatihi yaşanılarak öğrenilir. Yaşanacak hal, Rasulullah'ın halidir. Dini mübinin getirdiği gerçeklikleri yaşamadan, bir hayat tarzı olan İslam'ı anlamak ve onun kadrini ve kıymetini bilmek mümkün değildir. Kuşkusuz din kitaplarındaki fıkıh bilgileriyle İslam'ı öğrenmek ve dolayısıyle maddî ve manevî alemlerin yaratıcısı Allahü Teala'yı bilmek de önemli bir bilgidir. Ancak bu, tıpkı, hiç sıtmaya yakalanmamış bir doktorum sıtma hastalığını bilmesi gibi bir şeydir ki bu bilgi de daima eksik olan bir taraf vardır. Çok yönlü etkilere sahip olgular, kitaplardan öğrenilemez. Ancak bizzat yaşanarak öğrenilebilir. Bir kişi ateşin insanı yaktığını ve bu yanmanın insana çok acı ve ıstırap verdiğini teorik olarak ne kadar iyi bilirse bilsin, bir yangın felaketine maruz kalıp herhangi bir organı yanmadan ateşi gerçek anlamda bilebilir mi? Suda hiç boğulmamış bir insan boğulmanın ne demek olduğunu nasıl anlayabilir? Hiç kaza geçirmemiş bir insan, bir trafik kazasında çeşitli travmalara maruz kalmış ve bazı organları param parça olmuş bir insanın halini nasıl idrak edebilir?

İşte, değerli kardeşlerim, bir olguyu bizzat yaşayarak elde edilen pratik bilgilerin teorik bilgilere üstünlüğü, bu bilgilerin, kişinin tüm ruhu ile elde edilmiş olmasından ileri gelir. İnsan bir olguyu bizzat yaşayarak öğrendiği zaman o olgu ile yüzlerce maddî ve manevî gerçeği aynı anda, bir arada, ve bir bütün halinde idrak eder. Bu, tüm bedenimizi ve tüm ruhumuzu saran bir durumdur ve bunun sonuçları da olduğu gibi kalbe yansır.


# Kalb, bedenin ve ruhun aynasıdır

"Kalbi Anlamak" başlıklı makalemden de hatırlayacağınız gibi, kalb, hem bedenimizin hem de ruhumuzu]n aynası gibidir. Her ikisinde de gelişen olayların bilgileri, bazen bilincimizle açık seçik anlaşılabilen görüntüler halinde, bazen de bilinçaltımızda ortaya çıkan karmaşık ruhsal olgular halinde, kalbimize yansır. Kalb, bütün ruhsal olayların tecelli ettiği bir odak noktasıdır. Ruhta ve bedende meydana gelen maddî ve manevî her olgu kalbe yansıdığı gibi; kalbdeki bilgi, fikir, duygu ve düşünceler de, aynı şekilde, bir geribesleme ile, ruhumuzu ve bedenimizi etkiler. Onun için kalb terbiyesi, bir müslüman için çok büyük önem taşır. Rasulullah Efendimiz:

"Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır ki, o düzeldiği zaman bütün beden düzelir. O bozulduğu zaman da bütün beden bozulur. Dikkat edin! O et parçası kalbdir." [Buharî] buyurdu.

İşte tasavvuf bir hal ilmi olduğu gibi, o halin bütün yankı ve yansımalarının kalbde ortaya çıkması nedeniyle, aynı zamanda bir kalb ilmidir. O sebeple Allahü Tealâ'yı kalb ile bilmek, ancak, bir hal ilmi olan tasaavvufu, dinin mânâ ve özünü, Yaratan'ın kastettiği anlamda ve O'nun arzularına uygun bir biçimde yaşamakla mümkün olur. Allahü Tealâ'nın dinini, Rasulullahın varisi olan bir Mürşid-i Kâmile tabi olarak, onun denetim ve gözetimi altında, kast-ı ilahiye uygun şekilde bizatihi yaşamadan, maddî ve manevî düzenin sahibi olan Allahü Tealâ'yı doğru biçimde tanımak mümkün müdür?.. Allahü Tealâ hakkındaki en doğru bilgi, ancak O'nun vaz ettiği maddî ve manevî düzenin gerçeklikleri samimi bir şekilde yaşanarak ve Allahü Tealâ'nın ihsanı ile elde edilir. Bu bilgi, doğru ve samimi bir "iman"la gelen ve sezgi ile kişiye ilham edilen bir lûtuf ve ihsandır ki onun için bu bilgiye "ilm-i ledünni" denilmiştir. "Ledünni ilim, katımızdan verilen ilim demektir."[1] Bu ilim, kişinin gayretiyle elde edilemez. Yalnızca Allahü Teala'nın lûtuf ve ihsanıyla elde edilir. Burada kişinin gayreti yalnızca imanında ve işlerinde samimi olmaktan ibarettir.


# Allah (c.c.) hikmeti kime dilerse, ona verir

Ayet-i kerimelerde:

"Allah; hikmeti kime dilerse, ona verir. Kime de hikmet verilmişse, muhakkak ona çok hayr verilmiştir." [Bekara, 269]

"Ey îmân edenler! Eğer Allâh’tan ittikâ ederseniz, O, size bir furkan (iyi ile kötüyü ayırt edecek bir ilim, firâset ve anlayış) verir, günahlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allâh, büyük lûtuf sahibidir." [Enfâl, 29] buyruldu.

Diğer yandan Rasulullah Efendimiz de hadis-i şeriflerinde:

"Kırk gün helal yiyenin kalbini Allahü teâlâ nur ile doldurur. Kalbine, nehirler gibi hikmet akıtır. Dünya sevgisini, kalbinden giderir" [Ebu Nuaym]

"Her hikmetin başı, Allah korkusudur." [Taberani]

"Hikmet, on kısımdır; dokuzu uzlette, biri susmaktadır." [Beyheki]

"Kırk gün ihlasla İslamiyet’e uyanın kalbini Allahü teâlâ hikmetle doldurur" [Ebu Nuaym]

buyurdu.

Bu hadis-i şeriflerden de açıkça anlaşıldığı gibi işin özü, helâl lokma, Allah korkusu (takva), ihlas (işlerinde samimiyet), ve dilini lüzumsuz sözden sakınmaktır.


# Tasavvufun esası biat, nefis tezkiyesi ve kalb tasfiyesidir

Manevî buyrukla görev almış bulunan her evliyanın (Mürşit-i Kâmil'in) kendine göre bir yöntemi olsa da, tasavvuf terbiyesi, esas olarak 3 temel ilkeye dayanır:

(1) Kendisi de bu yollardan geçmiş ve ilahi terbiyeyi bizzat yaşayarak edinmiş peygamber varisi bir mürşid-i kâmile biat ederek onun deneyimlerinden yararlanma, onun sohbetlerinden nemalanma;

(2) O mürşid-i kamilin denetiminde İslam'ı, kast-ı ilahiye uygun şekilde bizatihi yaşayarak riyazet ve mücahede ile nefsini terbiye etme;

(3) Zikirle kalbini her türlü kötü düşünce ve kibir, kin, intikam, haset gibi manevî kirliliklerden arındırarak kalbini tasfiye etme, riya ve gösterişten uzaklaşıp davranışlarında samimiyet ve ihlas sahibi olma...

Kişi bu eğitim sürecinde ne kadar samimi olursa o kadar çabuk yol alır. Nefsinin hevasına uyduğu her durumda da bu eğitim süreci kesintiye uğrar. Ve sonuçta, eğer Yaratan ihsan buyurursa, her şeye Allahü tealâ'nın nuruyla bakan bir gözün, tüm mahlûkata karşı sevgi ve muhabbet ile dolu olan bir gönülün, ve hakkı batıldan ayıran bir firasetin sahibi olur. Rabbinin hakikatini daha doğru bir biçimde kavrar. Allahü Tealâ'nın varlığı ve O'nun vaz ettiği din konusundaki şek ve şüpheleri ortadan kalkar. Rabbine olan bu samimi inaç ve güvenç sebebiyle de, kalbinde, değerine asla paha biçilemeyen bir teslimiyet, rıza ve tevekkül duygusu, bir huzur ve mutuluk hali ortaya çıkar. Bu duruma gelen kişilere "gönül ehli" veya "gönül adamı" denir. Derviş Yunus gibi. Onların bu halim selim ve mütevekkil durumları, yalnız kendilerine huzur ve sukunet sağlamakla kalmaz, yanlarına gelen herkese de sirayet eder. Onlarla birlikte bulunan kişiler, kendilerinde sebebini bir türlü anlayamadıkları bir huzur ve rahatlama hissederler. Gerçekte bu, "insanî olgunluğun", bir başka deyişle Adem aleyhisselamdan bu yana gelen ve kalbden kalbe yayılan manevî bir rahmetin dışa vuran görüntüsünden başka birşey değildir.

Gönülleriniz huzur ile dolsun. Allah'a emanet olunuz.

Dr. İsmail Ulukuş


-------------------------------
(1) Osman Nuri Topbaş, http://www.netpano.com/haber/3982/Ledunni/İlim/Nedir/