009  Allah'a yakınlığın başlangıcı (1)


Pek değerli okuyucularım,

Allah (c.c.)'ya yakınlığın başlangıcı, hiç kuşku yok ki "iman"ın başlangıcıdır.

İmamı Rabbani hazretleri Mektubat adlı pek değerli eserindeki bir mektubunda, kişi anlamına muttali olarak "Lailâhe illallah" dediği zaman kalbinde imanın zerresi hasıl olur, buyuruyor.

İşte insanın kalbinde imanın zerresinin hasıl olduğu bu an, pek önemli ve pek değerli bir andır.

Nasıl ki bir uyuşturucu bağımlısının ilk uyuşturucuyu aldığı an, onu taa ölüme kadar götürecek bütün şerlerin ve akla hayale gelmeyecek sıkıntıların başladığı an ise, işte bir mümin için de kalbde imanın zerresinin hasıl olduğu bu an, onu sonraki yaşantısında gerçek bir imana götürecek ve böylece ona ebedi bir mutluluğun kapısını açacak bütün hayır ve iyiliklerin ilk başladığı andır.

Bu zerre kadar imanın ortaya çıkmasından sonra, kalbde "iman nuru" ışımaya başlar. İman nuru denilen şey gerçekte Allahü Tealâ'nın aşk ve muhabbetinden başka bir şey değildir.

Rahmet kaynağı Kur'an-ı kerimde imanın azalıp çoğalmasından bahsediliyor. Buradaki anlam mecazidir. İnsan ya inanır, ya da inanmaz. Bunun ortası olmaz. Yani iman azalıp çoğalmaz. Gerçekte azalıp çoğalan şey iman değil, imanın nurudur, yani Allahü Tealâya karşı duyulan yakınlıktır, Allah sevgisidir, muhabbetullahtır.


# Bütün hayırların kaynağı

Kalbdeki bu iman olgusu ve muhabbet, bütün hayır ve iyiliklerin ve Allah'a yakınlığın ana kaynağıdır.

İmandan sonra, kalbde, Allahü Tealâ ve O'na inanıp sevenlere karşı ortaya çıkan bu muhabbet, kalbin nuru olup her türlü olgunluğun ve iyiliğin başlangıcıdır.

Kalbde bu iman nuru ışımaya başladıktan sonra o insanın davranışlarında şaşırtıcı değişiklikler olur.

Ben buradaki durumu, tıpkı bir futbol takımını yeni tutmaya başlayan bir taraftarın durumuna benzetiyorum. Nasıl bir taraftar bir futbol takımını tutmaya başladıktan sonra o taraftarın kalbinde o takımın kaptanına, oyuncularına, taraftarlarına karşı bir sevgi hasıl olur, o takımın bütün maçlarına gider, o takımla ilgili bütün haberleri yakından takip ederse, işte inanmaya başlayan bir insanın kalbinde de Allahü Tealâya, O'nun elçilerine, elçilerinin varisleri olan bilginlere ve bütün müslümanlara karşı bir sevgi ve muhabbet hasıl olur.

Kalbde, bu iman olgusu ve muhabbet ortaya çıktıktan sonra her şey değişir. Kişi, Rabbinden gelen her şeyi can kulağı ile dinleyip algılamaya, özümlemeye çalışır. Rivayetlerin gerçekliklerini araştırmaya koyulur.

Kalbde bu iman nuru parlamaya başladıktan sonra kalbin kapıları, ilâhi bilgilere, ilâhi tavsiye ve öğütlere, ve ilâhi feyzlere açık bir hale gelir.


# İmandan önce ve sonra

Önceden yanında Allah'tan bahsedildiği zaman, sanki sıradan bir şeyden bahsediliyormuş gibi sıkılıp konuyu değiştirmeye çalıştığı halde, kişi, bu zerre kadar imandan sonra, yanında Rabbi anıldığı zaman dikkat kesilir, O'na karşı daha saygılı ve edepli olmaya çalışır.

Önceden çevresinde bir çok ibret verici olay cereyan ettiği ve bunların hiç birisinden ibret almadığı halde, imandan sonra bunları daha farklı bir açıdan değerlendirmeye ve onlardan kendisine bir pay çıkarmaya çalışır.

İmandan önce kendisine herhangi bir konuda bir uyarıda bulunulmak istendiğinde, nefsinin kibri sebebiyle, bunların hiç birisini dinlemediği ve üstelik nasihat edene kızdığı halde imandan sonra bu uyarı ve öğütleri daha bir can kulağı ile dinlemeye başlar.

İnsanın kalbinde bu iman nurunun parlamaya başlamasından önceki ve sonraki hallerinde ortaya çıkan değişiklikler saymakla bitmez.

Gerçekte bu değişiklerin sebebi, insanın nefsinin heva ve arzularına ya da Rabbinin isteklerine tabi olup olmamasıyla ilgili bir husustur.

İmandan sonra insan, yaptığı her işte yalnız kendi nefsinin heva ve arzularını değil, Rabbinin isteklerini de dikkate almaya başlar. Böylece Rabbinin terbiyesine girmiş olur. Daha başka bir anlatımla, o kişinin üzerinde Allahü Tealâ'nın Rabb (terbiye edici) ismi-i şerifinin tecellileri ortaya çıkmaya başlamış olur.


# İman, özgürlüğün başlangıcıdır

Sevgili okuyucularım, bu zerre kadar iman bir insan için o kadar önemlidir ki kişi bununla ilk defa olarak nefsini ve aciz varlığını aşıp Rabbinin iradesini kabul etmiş olur. İrade, Arapça bir kelime olup istek demektir. Yani kişi anlamını kabullenerek Lailâhe illallah demekle ilk defa olarak kendi nefsinin bitmek tükenmek bilmeyen süflî isteklerinden birer birer vaz geçip Rabbinin isteklerine tabi olmaya başlar. Buna "kulluk" derler. Yani bir başka deyimle bu zerre kadar iman, kişi için, kulluğun başlangıcıdır. Gerçekte ise kulluğun değil, özgürlüğün, yani kendini her yerde her zaman rezil rüsva eden nefsî heva ve isteklerden kurtuluşun bir başlangıcıdır bu. Bu kulluk onu, yavaş yavaş nefsinin elinden kurtaracak, zamanla onu mânâ aleminin doruklarına taşıyacak, ve onun için dünya ve ahıret mutluluklarının temeli olacaktır. İnsan bunun kadir ve kıymetini, daha sonraları, nefsinden kurtuluşunu tamamladıkça, çok daha iyi anlar.

Sevgili okuyucularım, "tamamlanan bu sürece İslâm derler." İslâm; bir olan, eşi, benzeri, ortağı, yardımcısı olmayan, her şeyi programlayan (buna kader denir), programladığı şeyleri programladığı zamanda yaratan (buna kaza denir), yarattıklarını dilediği şekilde düzene koyan, onları dilediği şekilde çekip çeviren ulu Allah'ın iradesine teslim ve tabi olmak demektir. İrade, istek demektir. Yani çok kısa bir şekilde anlatılmak istenirse, İslam, ulu Allah'ın isteklerine uymak demektir.

İşte insan imandan önce kendi başına buyruk olduğu, yani kendi nefsinin süflî arzu ve isteklerine tabi olduğu halde, "iman"dan sonra, kendi gönül rızasıyla, Yaratan'ının arzu ve isteklerine tabi olmaya başlar. Gerçekte burada insan kendi isteklerinden tamamen vaz geçiyor değildir. Aksine yine bu arzu ve isteklere uymakta, ancak burada, yaptığı her işte Allahü Tealâ'nın kendisi için çizdiği sınırı gözetmekte, o hududu aşmamaya çalışmaktadır.

Dr. İsmail Ulukuş