06  Uzayda Ruslarla yarışıyoruz


1957 yılında Ruslar uzaya bir uydu fırlatmışlar ve sonraki yıllarda Ruslarla, Amerikalılar arasında bir uzay yarışı başlamıştı. Bu olay beni çok etkiledi ve lise ikinci sınıfta bulunduğum sırada roketlerle ilgili bazı araştırmalar yapmaya başladım. Arkadaşların da katkılarıyla bazı çalışmalar yaparak lise binasının orta bahçesinde bütün öğretmen ve öğrencilerin alkışları arasında ilk roketi fırlattım.

Sevgili okuyucularım,

Bu roket çalışmalarına önce mukavva iplik masurasından yapılmış çok küçük modellerle başladık. Yakıt olarak barut kullanıyorduk. Tülbendi şöyle yaklaşık 5 cm eninde 20-30 cm kadar boyunda kesip ortasını çukurlaştırarak gerdiriyor, çukur kısma barut koyarak sigara gibi sarıyor, iple bağlıyor, fitil olarak kullanıyorduk.

Barut satışı ruhsata tabi olduğu için, barut temin etmek bir problemdi. Arkadaşlardan birisinin babasının avcılık ruhsatı varmış. Barut meselesini o şekilde çözdük. Fakat bu kez o baruta verecek parayı bulamıyorduk. Benim babam kendi elinin emeği ile geçinen bir insandı. Bana çok az harçlık verebiliyordu. İmdadıma Aycan yetişti. Aycan, yukarıda sözünü ettiğim arkadaş. Aycan'ın babası Singer dikiş makinelerinin Denizli bayii idi. Çok saygıdeğer bir insandı. İmkanları daha iyi olduğu için tabii olarak Aycan babasından daha çok harçlık koparabiliyordu. İşin proje ve fikir üretme ve bunları uygulama tarafı benden, finansman tarafı bazen Aycan'dan, bazen de projemize ilgi duyan diğer arkadaşlardan olmak üzere çalışmalara başladık.

Denemelere genellikle meraklı arkadaşlar katılıyorlardı. Fakat daha ilk denemeler başarısızlıkla sonuçlandı. Bizim roket havaya gideceği yerde, yana gidiyor ve hemen yere çakılıyordu. Sebebini araştırdık. Olayın olası sebebi şuydu: Fitili tam ortaya yerleştiremediğimiz için ilk yanma olayı yandan başlıyor, yanma süratle gerçekleştiği için de oluşan kuvvetler sebebiyle roket yere çakılıyordu. Yanma hızının düşürülmesinin buna çözüm olabileceğini düşündüm. Bu defa barutu su ile tavlayarak koymaya başladım. Gerçekten de bu uygulama fayda sağladı ve artık yere çakılma olmadı. Böylece ilk roketimizi 20-30 m yükseğe kadar uçurabildik.

Biz bunlarla uğraşırken diğer taraftan fizik hocamız Hakkı Motorcu hoca da roket çalışmalarına merak sarmış, o da kendine göre bir takım projeler üzerinde çalışıyordu. Fakat arkadaşlardan, bazı denemeler yaptığını ve başarılı olamadığını öğrendim. Derken onun Ankara Yenimahalle Lisesine tayini çıktı. Gitti. Biz çalışmalarımızı sürdürdük.

Sosyoloji derslerimize Nahit Dinçer adlı bir öğretmen giriyordu. Nahit hoca aslında fizikçi idi. Çok okuyan, düşünen, fikir üreten ve insanları olaylara kafa yormaya teşvik eden bir insandı. Sosyal ve manevi ilimlere ilgisi sebebiyle sosyoloji dersini ona vermişlerdi. Hoş sohbet bir insandı. Kendimize yakın bulduğumuz için meseleyi ona açtık. Çalışmalarımıza destek olmasını isteyecektik.

Kendimize göre ileriye dönük çok güzel fikirlerimiz vardı. Bu birinci aşama çalışmaları başarı ile tamamlayabilirsek, iki kademeli, üç kademeli roketler yapacaktık. Roket belli bir yüksekliğe çıktıktan sonra birinci kademe gövdeden ayrılacak, ikinci kademe çalışmaya başlayacaktı. Hatta 19 Mayıs'ta bütün Denizli halkının gözleri önünde büyük bir gösteri yapmayı planlıyorduk. Roketi halkın önünde ateşleyecektik. Roketimiz gözden kaybolana kadar yükseldikten sonra, kalan parça, paraşütle tekrar geri dönecekti. Eğer devlet baba destek verirse belki de ilerde ilk Türk uydusunu da dünya çevresine yerleştirebilecektik. Hayal gücünün genişliğine bak!...

Nahit Hoca, önce şimdiye kadar neler yaptığımızı sordu. Anlattık. Sonra neler yapacaksınız, dedi. Heyecanla daha ilerde neler yapacağımızı anlattık. Peki daha sonra, dedi. Biz daha uzak hedeflerimizi tekrar aynı heyecanla saydık, döktük. O, peki daha sonra diye sormaya devam etti. Tabii sonunda "Hiççç!.." demek durumunda kaldık. Evladım, dedi, bir hiç için bu kadar uğraşılır mı?

Gerçi Nahit Hocanın bu esprisi bizi yolumuzdan döndüremedi. Aynı kararlılıkla çalışmalara devam ettik.

Bir Cumartesi günü, arkadaşlarla, son geliştirdiğimiz roketle sınıfın önünde bir gösteri yapalım, diye düşündük. Son ders, fizik hocası Elmas Bey'in. Elmas Bey'in asıl adı Saadettin Elmas. Fakat diğer öğretmenler de dahil hemen herkes soyadıyla "Elmas Bey" diye hitabediyor. Gerçekten pırlanta gibi bir adam. Halim selim, fakat konusunda kendisini çok iyi yetiştirmiş, üniversitelere layık bir hoca. Bir litrelik şişeleri kesip etrafına alüminyum föy sararak leyden şişeleri yapar, basit materyallerden radyo alıcıları yapar... Kısaca fiziğin her konusunu bize kendi yaptığı basit materyallerle deneysel olarak öğretirdi. Bilemiyorum şimdi normal liselerde hâlâ böyle öğretmenler var mı?

Elmas Bey'e düşüncemizi açtık. Elmas hoca hiç itiraz etmedi. Karatahtanın önünü göstererek, "dersten sonra getirin burada deneyelim" dedi. Biz, Hocam dedik burada olmaz. Bu roket en az 50-100 m yükselir. Ancak belki okulun orta bahçesinde olabilir. Hoca, bunları işitince hem şaşırdı, hem de hoşuna gitti, dudaklarında tatlı bir gülümseme belirdi.

Biz sanıyorduk ki İstiklal Marşından sonra bizim 5-A sınıfı dağılmayacak, kalacak, biz onların önünde gösterimizi yapacağız.

Olağan hafta sonu töreni için toplanıldı. Okul müdürümüz olağan konuşmasını yaptı. İstiklal Marşı okundu. Küçük sınıflar dağıldı. Fakat bütün son sınıflar ve öğretmenler orada, dağılmıyorlar, bekleşiyorlar. Meğer Elmas Hoca herkesi gösteriden haberdar etmiş. Tabii bizi daha büyük bir heyecan kapladı. O günü hiç unutamam. Roketi ateşlerken heyecandan ellerimin titrediğini hatırlıyorum. Allah'tan hiçbir aksama olmadı. Roketimiz, yaklaşık 60-70 m kadar yükseldikten sonra yakıtı bitince okulun arkalarında bir yerlere indi... Tabii koca okuldan büyük bir alkış tufanı....

Bu olayı taa Ankara'da Hakkı hoca duymuş, "Bak şu keratalara", demiş, "biz o kadar uğraştık, başaramadık. Demek onlar başardılar?!..."

Sonra çalışmalara devam ederek, T-5 adlı bir yepyeni model geliştirdik. Bu modelin dış kısmı sacdan yapılmıştı. Çok güzel dizayn edilmişti. İç kısmında bisiklet pompasından bozma bir yanma odası vardı. Bunu, bizim mahallede, Dana Tarlası denilen boş bir tarlada denemeye karar verdik. Bu rokete gerçekten çok emek vermiştim. Fakat roket 30-40 m kadar yükseldikten sonra havada büyük bir gürültü ile patladı. Parçaları yerlere saçıldı... Sonra arkadaşlardan öğrendim, sesi kilometrelerce öteden duyulmuş. O zamanlar ülkede anarşi, terör gibi şeyler yoktu. Bu gibi durumlar çok olağan üstü şeyler idi. Mahallede Semerci Hüseyin derler bir adam vardı. Baktık, taa uzaktan elinde satır ile üzerimize geliyor. Bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyor, "Gebesi var, sebesi var... Mahalle arasında böyle şeyler yapılır mı?..." diye. Adam haklı idi... Biz de suçlu idik... Tabii durur muyuz? Daha adamı uzaktan görür görmez ipi kırdık?

Fakat bu olaydan sonra hevesimiz kırıldı. Ve artık roketlerle ilgili herhangi bir çalışma yapmadık. Zaten şartlar da artık çalışmalarımızı sürdürmeye olanak vermiyordu.